Copyright © Tuğçe'nin Kitaplığı
Design by Dzignine
10 Ekim 2012 Çarşamba

2012 Man Booker Finalistleri 2 – The Lighthouse, Alison Moore


Man Booker Ödülünün sahibini bulmasına bir haftadan az bir süre kalmışken, finalistler arasında yer alan Alison Moore’un  ilk kitabı, The Lighthouse (Deniz Feneri), son günlerin en çok konuşulan kitaplarından birisi.

Alison Moore’un oldukça sıradan bir adamın öyküsünü alarak, olağanüstü bir kitaba dönüştürdüğü bu kısa ama son derece güçlü hikaye, Futh’un Kuzey Denizi feribotundaki ilk görünümü ile başlıyor. Orta yaşlı kahramanımız, artık bitme noktasına gelmiş evliliğinden kaçarak, sırtına çantasını alıp,  Almanya’da, bir hafta sürecek bir seyahate çıkmıştır.

Kitabın daha başında yalnızlık ve melankoli sizi sarıyor. Sorunlu bir çocuklu geçirmiş, asosyal olarak tanımlanabilecek ve sempatik sayılabilecek kadar evhamlı bir kişiliğe sahip olan Futh, çocukluğunda annesi tarafından terk edilmenin üstesinden hiçbir zaman gelememiştir. Ve şimdi de, asıl evlenme sebebi annesine benzerliği olan, karısı tarafından terkedilmiştir.

Tatili bile, yapılıp bitirilecek bir aktivite olarak gören Futh, gezisinin ilk ve son gününde Hellhaus adında bir pansiyonda kalmayı planlamıştır. Pansiyonu bir karı koca işletmektedir. Oraya vardığı gece, Ester kendisine oldukça nazik ve misafirperver davranırken, kocası Futh’un anlam veremediği şekilde düşmanca davranmıştır, kendisine.

Ertesi gün, yaşananları arkasında bırakarak Rhein nehri etrafındaki yürüyüşüne ve aynı zamanda hatıraları arasındaki gezisine başlar. Futh’un hatıraları ile birlikte, okuyucuda zaman içinde, bir ileri bir geri yolculuğa çıkar.  Özellikle bir hatıra hepsinden canlıdır, Futh’un annesinin, sıkıldığı için kendisini ve babasını terk ettiği an...  Futh’a kalan sadece denizfeneri şeklindeki bir parfüm şişesidir ve bu şişeyi zaman zaman kendisini rahatlatması yada gerektiğinde bir uyarı olması için hiç yanından ayırmaz.
Hellhaus’a kadar hikayeyi, yakın bir üçüncü tekil şahıs anlatımı ile Futh’un bakış açısıyla okurken, buradan sonra ara ara serpiştirilmiş bölümler halinde Ester’inde anlatımı başlıyor. O’nun hatıralarına tanık olarak, iki karakter arasındaki bağlantıyı keşfetmenizi sağlıyor.

The Guardian yazarlarından Jenn Ashworth “Leziz bir şekilde sarsıcı... Kaçınılmaz felaketi sürekli hissetmek ve beklemek dayanılmaz hale geliyor.” dediği bu hikaye yaşattığı gelgitler, tekrarlar ve birbirine geçen geçmiş ve şimdiki zaman kavramları ile okuyucuyu adeta korkutuyor ve rüya alemi içinde hissettiriyor.

Moore ne kadar yetenekli olduğunu, son derece ağır çekim ilerlemesine rağmen yinede sürükleyici, sayfaları ardı ardına çevirten bir hikaye ile kanıtlıyor. Terkedilmenin acısını ve hissizleştirmesini içinizde duymanızı sağlıyor.

Basit konusu, zekice imalarla, şaşırtıcı sembolizm yaklaşımı ile ve karmaşık yapısı ile güçlendirilmiş, yine de sonu, ne yazık ki, hızla geçiştirilmiş hissi veriyor gibi biraz. Ama bu şekli ile bile, sizi şokta bırakmaya yetecek.   

Bu kitap sizinde ilginizi çektiyse, Amazon'dan satın alabilirsiniz. Yada isterseniz Kobo'dan e-kitap olarak bulabilirsiniz. 

0 yorum:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...