Copyright © Tuğçe'nin Kitaplığı
Design by Dzignine
21 Şubat 2013 Perşembe

If I Were You - Lisa Renee Jones | Alıntı


1598325815717728Bugün sizlerle, bir süre önce okuduğum ve keyif aldığım bir kitaptan, If I Were You, alıntılar paylaşacağım. Madem son derece ateşli aşk romanları hala bizim satış listelerimizi zorluyor, ben de bu tarzda bir kitaptan bahsedeyim. (Yanda iki farklı kapağını görüyorsunuz)
If I Were You, Lisa Renee Jones'un ilk olarak 2012 Ağustos'unda e-kitap olarak, kendi yayımladığı kitabı.Daha sonra kitabın kazandığı popularite ile Gallery Books (Simon & Schuster) tarafından bol sıfırlı bir teklif ile hakları satın almış ve Mart 2013 tarihinde raflardaki yerini alacak.

Kitabın tanıtımları, "Grinin Elli Tonundan sonra ne okumalı?" şeklinde yapılıyor ve açıkçası bu kitapta da, bu türde yer alan Christian Grey benzetmelerinden bir sürü var, inkar etmek imkansız ama bir bu kitapta aynı zamanda altta yatan bir gizem var, kayıp bir insan ve onu bulma çabasının yarattığı gerilim var. Ve gerçekten yazarın kalemi de oldukça kuvvetli. Ben beğendim ve Üçlemenin devamını merakla bekliyorum.

Bu kitaba dair yorumumu en kısa sürede paylaşacağım ve bir de Lisa Renee Jones ile yaptığım bir söyleşi olacak önümüzdeki haftalarda bu sayfalarda. Şimdi size bu kitabı okurken hoşuma giden birkaç alıntıyı paylaşmak istiyorum, tabii ki kendi çevirimle - bu kitap henüz burada birileri tarafından alındı mı bilmiyorum ama bu romanların furyası devam ederse yakında onu da görürüz raflarımızda gibime geliyor....

Keyifli okumalar

Alıntılar

"Beni etkilediniz, Bayan McMillan," dedi sessizce, "ve bu kolay kolay olmaz."

Sinirim olduğu gibi geri geldi. "Dedin ki-"
"İnan bana ne dediğimi biliyorum ve seni korumaya çalışıyordum." sesi yumuşak ama aynı zamanda keskindi, tüm vücuduma ipek dokunuşları olan bir zımpara kağıdı değmiş gibi. 
Midemde bir yumru varmış gibi hissettim ve  sözcüklerinin içimde uyandırdığı huzursuz edici duyguları bir kenara ittim. Tam olarak ne hissettiğimi çözümleyemeyecek kadar bana dokunuşuna odaklanmıştım. Fısıldarcasına, "Beni tanımıyorsun bile" dedim. 
"Gözleri karardı, süzülen ışıkta derinliklerinde yer alan altın ışıltılar belli oluyordu. "Ya sana, bunu değiştirmek istediğimi söylersem?"

"İlgini çeken bir şeyden vazgeçmemelisin."

"Bu adamı vücudumun her noktasında hissedebiliyorum ve bana henüz dokunmadı bile."

"Sanatı her zaman, sanatçıyı yansıtmaz. Yüzeyi geçemedikçe, altta yatan gerçek adamı hiçbir zaman bilemezsin."

"Açlığın sonu her zaman oldukça lezzetlidir."

"Otuzbeşinde hala evlenmemiş her adam ya gaydir ya da dolabında saklamak istediği kirli çamaşırları vardır."

"Dün gece, seni deli ettiğimi söylemiştin," düşüncelerimden sıyrılarak, ne olacağını kestiremediğim şu ana dönmeme sebep olarak hatırlattı.
"Ediyorsun, Chris."
"Peki, sen de beni deli ediyorsun."
"Bu beni daha iyi mi hissettirmeli?"

"Sinir bütün vücudumu esir aldı ve ayağa kalktım. "Hiç hakkın yok -"
O da ayağa kalktı ve bana doğru gelerek, "Ya eğer hakkım olsun istiyorsam?"

continue reading "If I Were You - Lisa Renee Jones | Alıntı"

Ve Crazy, Stupid Love: Yeni Yetişkin Türü Kitap Çekilişi İçin Vakit Geldi| Blog Hop


Daha önce Ocak Ayı sonunda duyurduğum gibi, Talk Supe Blogunun düzenlediği, blog hop adı verilen bir kitap çekilişine dahil oldum. 21 Şubat – 28 Şubat (gece yarısı) tarihleri arasında gerçekleşecek çekilişin teması, şu sıraların en popüler kitap türü New Adult (Yeni Yetişkin)

Peki Nedir bu Yeni Yetişkin Türü? Bununla ilgili bir yazım ve bu türe ait bir yazar ile röportajım Blogum Dergisi Mart Sayısında yer alacak ama ondan önce daha kısa bir bilgi edinmek isterseniz  tık tık...

Kitap çekilişi için, 1 adet aşağıda gördüğünüz ya da kendi istediğiniz New Adult (Yeni Yetişkin) türüne ait romana sahip olabilirsiniz. Kitaplar henüz Türkçe'de çıkmadığı için (aksi belirtilmediği sürece)İngilizce olarak gönderilecektir, ancak yakın zamanda (maalesef tam tarih bilmiyoruz henüz) Türkiye'de çıkacak birkaç örnek var, eğer bunları bekleyip Türkçe'sini almayı tercih ederseniz bunu kazandığınızda adresiniz ile birlikte belirtmeyi Unutmayın! Ayrıca aşağıda bu blog hop'a katılan diğer bloglarında listesi var, her birinde ayrı bir çekiliş yürütülüyor, kaçırmayın derim!!!!





continue reading "Ve Crazy, Stupid Love: Yeni Yetişkin Türü Kitap Çekilişi İçin Vakit Geldi| Blog Hop"

Beni Seç - Kiera Cass ile Söyleşi ve Derya İmer Aydınlık'tan Konuk Yorum | Konuşan Kitaplar ile Blog Turu


kiera-round
Konuşan Kitaplar Blog Turunun bu seferki konuğu bildiğiniz üzere Beni Seç - Kiera Cass ve işte yazar ile yaptığım söyleşi sizlerle... Bir de küçük sürprizim var, America, Aspen ve Maxon'ın da söyleyecekleri varmış ;)

Merhaba ve bu söyleşi ile Beni Seç Blog Turumuza katıldığınız için teşekkür ederiz. Beni Seç, Şubat Ayının en çok beklenen kitaplarından birisiydi. Bildiğim kadarıyla bu sizin yayımlanmış ilk kitabınız değil ama Türkiye’de çıkan ilk kitabınız. Bu nedenle bize biraz kendinizden ve biraz yazma ve yayımlanmadan tv dizisine uzanan hikayenizi anlatabilir misiniz?

Öncelikle, beni bu tura dahil ettiğiniz ve gösterdiğiniz özen için ben teşekkür ederim. Aslında, yazmaya kişisel bir terapi olarak başladım. Bir karaktere, o dönemde yaşadığım problemleri verdim ve nasıl davranacağını görmek istedim. Benim için çok faydalı bir deneyim oldu, belki sorunlarımı çözmedi ama bir kere yazma alışkanlığı kazanınca, aklıma hikayeler gelmeye başladı. Kafamda sürekli karakterlerle yaşıyorum!

The Siren adındaki kitabımı kendim yayımladım ve sonra Beni Seç kitabımda, geleneksel yolu tercih ettim ve bir yayın evi ile çalıştım. Harika bir ajans buldum ve bana bir kitap anlaşması getirdi. Şimdi Beni Seç kitabı, Türkiye’nin de dahil olduğu bir çok ülkede yayımlanıyor ve neredeyse on iki ayrı dile çevriliyor.
Amerika’da CW kanalı, kitabın TV çalışmasını yapıyor. Şu anda oyuncu kadrosu üzerinde çalışılıyor ve önümüzdeki bahar aylarında Macaristan’da çekimleri yapılacak ve bakalım neler olacağını göreceğiz!

Beni Seç, içinde distopya ögeleri bulunan bir masal. Distopya türündeki bir çok kitaptan farklı ve bir çoğu kadar karanlık da değil. Bu bence gayet keyifli bir değişiklik olmuş, peki bu kitabı yazma fikri nereden geldi? Hikaye nasıl ortaya çıktı?

Külkedisi hikayesinden ve İncil’deki Esther’den esinlendim diyebilirim. Düşündüm de, Esther, bir gemiye bindirilip, kraliçe olmasa bile evine bir daha dönmeyeceği, saraya gitmeden önce yan komşunun oğlunu sevseydi, nasıl olurdu? Ve Külkedisi de sadece baloya gitmek istemişti, kendisi için bir prens istememişti. Biz bu kızların, erkeklerini buldukları için mutlu olduklarını varsayıyoruz ama ya değillerse? Bu iki hikaye kafamda birleşti ve o anda, prensin dikkatini çekecek ama onu zaten bir başkasına aşık olduğu için istemeyecek bir kız hakkında yazmak istediğimi biliyordum. Ve bu kız, aslında hiç istemediği bir süreçten geçmek zorunda kalsaydı, görünen o ki bu süreç Seçim’miş. Ve işte Beni Seç ortaya çıktı!

Bir yerde önce hep karakterlerinizi oluşturduğunuzu okudum. Beni Seç’te ilk kimi yarattınız? Ve tabii ki favori karakteriniz hangisi, neden?  

Beni Seç’in fikri bir kere aklıma gelince, America zaten belirmişti. Yazdığım önceki hikayem, The Siren de genç bir kız tarafından anlatılıyordu. Benzediklerini düşündüm ve hikayelerini anlatmanın aynı olacağını sandım, ama yanılmışım. Kahlen, incinmişti ve bunu herkesin bilmesini istiyordu; America ise tam tersi, hikayesini kendisine saklıyor ve kimseye anlatmak niyetinde değil. Sonunda kitabı neredeyse tamamen baştan yazmam gerekti çünkü aksi halde onu tamamen yanlış yaratmış olacaktım. Karakterlerimi dinlemek için özellikle çaba sarf ediyorum ve bana anlattıkları konusunda dürüst davranıyorum. Hepsini çok seviyorum, pek de iyi olmayanları bile.

Karakterlerden bahsetmişken, Beni Seç karakterlerine birer soru sorabilir miyim? Aspen, America ve Prens Maxon?

550730_532052080145169_1335135741_nAmerica, Prens Maxon ile arkadaşlıktan fazlasını hissetmene neden olan nedir? (açıkçası, kendisine aşık olmamak zaten pek mümkün değil ama yine de sorayım dedim;) )

America: O hisler gizlice beni sardı. Benden hoşlandığını net bir şekilde bana gösterene kadar, ben de onu beğendiğimin farkında bile değildim. Maxon o kadar cömert ve iyi ki, beni çok şaşırttı.

Maxon, America’yı ilk gördüğünde ne düşündün?  

Dürüst olmam gerekirse, pek bir şey düşünmedim. Onu, henüz görmemiş olmam gerekiyordu! Ama o, beklediğimden farklıydı ve ne olursa olsun, kendi gibi davranması gerçekten çok hoşuma gitti.

Aspen,  America saraya gitmek üzere ayrılırken, eğer sana izin verseydi; ne söylemeyi planlıyordun?

Açıkçası bir planım yoktu. Sadece, eğer ona ulaşabilirsem, belki bazı şeyleri onarabileceğimi düşündüm. Bazen harekete geçmeden önce, düşünmeyi unutuyorum… Sanırım bu, benim için her zaman pek iyi sonuç vermiyor.

Son bir soru olarak, Türk okurlarınıza/hayranlarınıza ne söylemek istersiniz

Sadece, umarım hepiniz America’nın hikayesinden keyif alırsınız ve onun dünyasında, benim kadar eğlenirsiniz, demek istiyorum!

Bu keyifli söyleşi için tekrar çok teşekkür ederim ve umarım yakın bir zamanda Türkiye’yi de ziyaret etme şansınız olur…  

theselectionVe şimdi kitabımız Beni Seç'in çevirmeni Derya İmer Aydınlık bizi kırmadı ve çeviri öyküsünü bizimle paylaştı. Konuk Yorum'da Derya İmer Aydınlık...

İlk önce, beni blog tur kapsamında ağırladığınız için teşekkür etmek istiyorum arkadaşlar. “Beni Seç”in çeviri sürecinden biraz bahsetmemi istemiştiniz, işte size öyküsü!

Çevirmenlik yapmaya karar verip, DEX ile tanıştıktan sonra ilk çeviri kitabını almıştım. Fakat bu “Beni Seç” değildi. O zamanlar, bir yandan ilk kitabımla uğraşıp, bir yandan da büyük bir şirkette (sabah 8-akşam 6) web editörlüğü ve sosyal medya takibi gibi görevler yapıyordum. Çok yorucu oluyordu ama çevirmenlik her zaman yapmak istediğim mesleklerden biri olduğu için sorun olmuyordu. Neyse, bloğumda yurt dışından getirttiğim ve kapağında harika bir görsel olan The Selection isimli bir kitabı işledim! Kitabı çok beğenmiş ve bir çırpıda okumuştum. Takipçilerim ne kadar zor puan verdiğimi bilir, bu nedenle onların da ilgisini çekmişti. Sonra kitabın yayın haklarının DEX’de olduğunu öğrendim, herkesle birlikte. Bir blogger olarak, haberi derhal bloğuma yazmıştım. Kimin çevireceği hakkında hiçbir fikrim yoktu. Gerçekten. Sonra DEX kitabını bana verdi. = ) Çok sevinmiştim ve yüksek sesle sevincimi dile getirdiğimi hatırlıyorum. Hemen kitabın çevirisine başladım! Yayınevi, hiçbir zaman baskı uygulamadı, kitabı dilediğim şekilde çevirip, teslim etmemi sağladı. Bu konuda tekrar teşekkür etmek isterim. Bu kadar gencin neden kısa sürede DEX hayranı kesildiği belli. = ) Daha sonra, herkes kitabın çevrildiğini öğrendi ve çılgınlar gibi soru yağmuruna tutulduk. Ne zaman çıkacak? Ne zaman çıkacak?

Ülkemizde yabancı dilden çevrilen bir kitabın yayınlanması aylarca sürüyor, çünkü uzun ve detaylı bir çalışma gerektiriyor. Metnin çevrilmesi (başlı başına bir olay!), editörün çalışmaları, yayına hazırlanması derken… Elimizi çabuk tuttuk ve 14 Şubat 2013’de “Sevgililer Günü kitabımız” yayımlandı.  = ) Şu anda yoğun bir ilgi görüyor ve okuyanlardan güzel yorumlar geliyor. Kitabı okuyanlara teşekkürler. “Maxon mı Aspen mi?” sorusuna vereceğim cevabı da biliyorsunuz siz. = )

Sevgiler.
DERYA İMER AYDINLIK

Beni Seç'in çevirmeni Derya İmer Aydınlık'a da turumuza olan katkılarınan dolayı teşekkür ederiz, konuk yorumu ile bizi çok mutlu etti... Bu akşamlık bu kadar umarım keyif almışsınızdır ve lütfen yorumlarınızı paylaşmayı unutmayın!!!! Ve son olarak TEAM MAXON diyorum!!!!
Signature
continue reading "Beni Seç - Kiera Cass ile Söyleşi ve Derya İmer Aydınlık'tan Konuk Yorum | Konuşan Kitaplar ile Blog Turu"

Yorum: Beni Seç - Kiera Cass | Konuşan Kitaplar ile Blog Turu


benisec_on
Puanlama : B-

Yazar: Kiera Cass
Çevirmen:   Derya İmer Aydınlık
Sayfa Sayısı:  304
Dili: Türkçe
Yayınevi:  DEX Kitap

Kiera Cass’ın The Selection Üçlemesinin aynı adlı ilk kitabı DEX Kitap’tan sevgililer gününde  Beni Seç adıyla çıkarak raflardaki yerini aldı. Bu akşam, Konuşan Kitaplar ile Beni Seç Blog Turunun ikinci gününde ben de sizlere, yazar söyleşisi, çevirmenimizden bir konuk yorum ve ayrıca kitaba dair fikirlerimi paylaşacağım. Biz tüm hazırlıklar esnasında çok eğlendik umarım sizler de beğenirsiniz. Önce kitaba dair yorumum ile başlayalım.
Daha önce tanıtımlar esnasında da belirttiğim gibi (tanıtım için tık tık!), bu tam bir Külkedisi masalı ve The Bachelor yarışması karışımı olmuş. Her ikisini sevdiğimi düşünürsek ben kitaptan son derece keyif aldım.

America Singer, III. Dünya Savaşı sonrası bir dünyada, insanların sınıflara (kastlara) bölünmüş halde yaşadıkları bir ülkede yaşıyor. Buranın adı Illea. Ailesi ile birlikte 5.sınıf ve bu sınıfta sanatçılar yer alıyor, tahmin edileceği üzere ancak geçiniyorlar diyebiliriz. Ve 6.sınıftan bir de sevgilisi var, ancak bu ilişki tamamen gizli, sınıflar arası ilişkinin pek hoş karşılanmadığı bir durum var ve kızların evlenmeden önce bir ilişki içinde bulunmaları tamamen yasak. 6. Sınıf hizmetkarların olduğu bir sınıf yani, durumları daha da vahim diyelim.

Ülkenin hükümdarının oğlu, Prince Maxon artık evlenme yaşına gelmiş ve Illea’dan bir kız ile evlenecek. Ancak bu kız Seçim adı verilen bir yarışma ile seçilecek. Bu yarışmada 35 kız yer alacak, kızlar bir başvuru sonrası binlerce uygun kız arasından belirleniyor ve saraya getiriliyor. America’da istemeyerek de olsa ailesinin ve erkek arkadaşının (evet doğru duydunuz!) zoru ile bu başvuruya katılıyor ve bakın şu işe ki seçilen kızların içinde yer alıyor.  Aklı Aspen’de kalarak saraya gidiyor. Evet evet, doğru sezinliyorsunuz bir aşk üçgeni durumu söz konusu ama cidden sizi kararsız bırakacak bir aşk üçgeni.

Tabii ki, hele de sınıf düzeni olan durumda, 35 kız bir araya gelirse işler çok da temiz olmaz, değil mi? ;) ama bu kısımlar için okumanız gerekecek… Sadece şu kadarını söyleyebilirim, Prince Maxon’ı sevmemeye son derece hazırdım, hatta Aspen’i sevmiştim bile – yani en azından bir yere kadar – Maxon ise şimdiden kara listemdeydi… Ama hiç de öyle gitmedi, işler beklediğim gibi gelişmedi ve bir bakmışsınız, sayfaları America ve Maxon durumları ne olacak diye hızla çevirmeye başlamışım.

Evet kabul ediyorum, konusu belki süper yaratıcı değil, örneği televizyonda zaten 10 küsür sezon yayınlanmış bir yarışma ve her kızın rüyası olan Külkedisi masalı, ya da belki distopya olmasına rağmen türün gerekliliklerini pek yerine getirmiyor ve çok yumuşak kalıyor. Ama yine de onda bir şey var ve elinize alınca bırakamıyorsunuz. Son derece keyifli ve gün geçtikçe de daha bir beğendiğinizi fark ediyorsunuz.

America son derece güzel yaratılmış bir karakter, güçlü, tutkulu ve kendini biliyor. Evet yer yer Katnis benzerlikleri var – ve kesinlikle daha yumuşatılmış – ama bence tanıtımlarında kullanılan Açlık Oyunları benzetmesinin uzaktan yakından alakası yok kitapla. Kendince bir tarzı var ve kesinlikle yarışmada şartlar ne olursa olsun bu tarzından ödün vermiyor. Bu durumda kendisini çok kolay sevmenizi sağlıyor. Yan karakterlerin oldukça zayıf geçildiğini söyleyebilirim. Aspen, Maxon ve America’nın kişilikleri daha net görülebiliyor. Ama birkaç kişi haricinde geneli iyi insanlarla dolu ;)

551373_212940662185774_158920221_n

Maxon’a dair çok fazla bir şey söylemeyeceğim çünkü spoiler vermekten çekiniyorum. Her an kendimi kaybedip, hepsini anlatabilirim ;) Yetiştiği ortama göre, kendisini inanılmaz geliştirmiş. İyi huylu, anlayışlı, ilgili, tabii ki yakışıklı ve prens yani ; anlayacağınız, sevmemeniz mümkün olmayan bir karakter. Bir de Aspen var tabii, açıkçası Aspen ve America’yı en başta doğrudan sevdim, yalan değil. Yaşam tarzlarına ve yokluğa rağmen son derece saf bir aşk sunmuştu yazar çünkü. Ama işin içine bu Seçim girince kendisi bir miktar bozuldu ve America’yı cidden üzdü diyelim. Sanırım kitabı okuyan herkes burada takım değiştirmeye hazırdı zaten…

Yazar ikili arasındaki ilişkinin masumiyetini, duyulan sevgiyi, hisleri, yokluğu ve sonrasında yaşanan acıyı son derece becerikli bir şekilde yansıtmış ve bu sayede de okuru kitaba bağlamayı başarmış bence.
Bir de distopya olması itibariyle araya sokulmuş gibi duran ama sanırım ikinci kitapta daha ciddi bir durum kazanacak bir isyancılar durumu var hikaye esnasında, ama dediğim gibi çok ciddi bir olay bu ilk kitapta görülmüyor. Ufak tefek politik bilgiler ediniyoruz sadece ve merak ediyoruz, işin bu kısmı nereye gidecek. Tabi bir de, aynı konuya dahil olacak muhtemelen bir bilgi daha var ki, bu gençlerin hepsi tarihleri konusunda bilgisiz ve özellikle eğitilmiyorlar bu konuda. Ben buradan daha karanlık bir yerlere gideceğimize inanıyorum sonraki kitaplarda açıkçası ;)

Dediğim gibi Beni Seç, edebi olarak bir baş yapıt değil belki ama kesinlikle dünyadan kopmanızı sağlayacak, son derece keyifli bir hikaye. Kitabın kolay dili, bilinen hikayesi de hızlı bir okuma olmasını sağlıyor, yalnız kendinizi hazırlayın, inanamayacağınız bir son sizi bekliyor! İkinci kitaba anında devam etmek istiyorsunuz ama ikinci kitabın daha Amerika’da bile çıkmamış olduğunu öğrenince yaşadıklarınızı ben görmek isterim şahsen!

Kitabın çevirisi de son derece keyifli, sayılı Türkçe’sine göz atma imkanım olan kitaplardan oldu Beni Seç ve orijinali ile karşılaştırma imkanım oldu, çevirmeni ayrıca tebrik ediyorum ve de DEX Kitap’a bu turdaki katkılarından dolayı teşekkür etmek isterim.
4

Aşağıda sizler için keyifli olmasını umduğumuz bir de Team Maxon ve Team Aspen çalışmamız var, yukarı da yazdıklarımdan sonra herhalde Team Maxon diye ayrıca belirtmeme gerek yoktur, kendi durumumu. Gerçi ben kitabın sonundaki cümlesi ile Aspen'i de tekrar oyunda göreceğimize eminim ve hatta takımlar konusunda kararsız kalacağımıza da eminim diyebilirim.
542620_503928639648624_973818097_nişte kodlar ;) 

Team Aspen;
<a href="http://konusankitaplarileblogturu.wordpress.com/" target="_blank"><img src="http://i46.tinypic.com/xp4sna.jpg" border="0" alt="Image and video hosting by TinyPic" /></a>

Team Maxon;
<a href="http://konusankitaplarileblogturu.wordpress.com/" target="_blank"><img src="http://i46.tinypic.com/5ciu5y.jpg" border="0" alt="Image and video hosting by TinyPic"></a>

19 Şubat 2013

20 Şubat 2013 
Yazar Söyleşi - http://tugceninkitapligi.com/Alıntılar - http://kitapsayfalarii.blogspot.com/ ve  http://kahvekokulukitap.blogspot.com/
Başka Bloglarda Neler Yazılmış  –http://kitaptelvesi.blogspot.comFilm Olsaydı Kimler Oynardı? – http://tarihiaskromani.blogspot.comPeki Ya Sonra Ne Olacak? – 9 blog* birden…
*9 blog’un birden yorumlarını http://konusankitaplarileblogturu.wordpress.com  adresinde bir arada bulabilirsiniz…
**Dex Kitap’a katkılarından dolayı teşekkür ederiz!dex-kitaplgo
continue reading "Yorum: Beni Seç - Kiera Cass | Konuşan Kitaplar ile Blog Turu "

Pamuk İpliği - Brenda Jackson | Ön Okuma


c92dc573-3331-4ea5-a191-fff1bc44a1cc-1Bugün, geçtiğimiz hafta BloG-Twins çalışmasında yorumladığımız (yorum için tık tık) Pamuk İpliği kitabından bir bölüm paylaşıyorum sizlerle... Yorumda da belirttiğimiz gibi aşk romanı severlerin kaçırmak istemeyeceği türden bir kitap...

Keyifli okumalar

Birinci Bölüm

“Haydi, söylesene. Düğün telaşı sarmadı mı seni henüz?”

Erica Sanders, ortaokuldan beri yakın arkadaşı olan April’i masanın karşı tarafından süzerken, onun dışında hiç kimsenin kendisine böyle bir soru yöneltmeye cesaret edemeyeceğini düşünüyordu. April North, onu çok iyi tanıyordu. Erica’nın duyduğu endişe ve stresin, nişan partisinden birkaç hafta önce, çiftin ailelerinin resmen tanışacağı partide artmaya başlayacağını tahmin edebilirdi. Erica, bu karşılaşmayı dört gözle beklemiyordu doğrusu, tabii annesinin tavrı yüz seksen derece dönmediği takdirde.

“Evet, biraz stresliyim,” diye kabul etti. “Aklımı zar zor toparlıyorum. Ancak, bu her gelinin başına gelir, öyle değil mi?” Eğer duygularını biri ile paylaşması gerekiyorsa, bu kişinin kesinlikle April olması gerektiğini düşündü Erica.

Her şeyden önce, en iyi arkadaşı, evlilik yolundan şimdiden üç kez geçmişti.

“Tabii, biraz stres her gelinde olur. Ama senin durumunda…” April bazı kelimeleri dile getirmedi.
Erica’nın annesi, onu deli ediyordu.

Karen Sanders, önce Brian Lawson’ın kızıyla evlenecek kadar iyi olmadığından şikâyet edip durdu, sonra ise, Erica’nın düğününün yılın olayı olmasını istediği için organizatörlere dünyayı dar etti.

Düğün, Ohio’daki ilk özgür siyahların şehirlerinden biri olarak tarih kitaplarında adı geçen, yedi bin nüfuslu Hattersville’in kurucularından birinin büyük büyük torununa yaraşır olmalıydı. Erica, Wisconsin’deki üniversite yılları hariç, yirmi yedi yıllık yaşamının tümünü Hattersville’de geçirmişti. Başka bir şehirde geçirdiği dört yıl içinde, doğduğu yerdeki insanların ne kadar dar görüşlü ve züppe olduklarını anlamış ve birçok konuda gözü açılmıştı. Tüm insanlar ayrıcalıklı değildi. Arkadaşı April, bulundukları yerin öteki tarafında Beşinci Bölge olarak adlandırılan yerde doğmuştu ve bu durum her fırsatta Erica’ya annesi tarafından hatırlatılmıştı. Erica’ya göre, ne tarafta doğduğunun pek bir önemi yoktu ve April ile olan yakın arkadaşlığının hayatında her zaman ayrı bir yeri vardı. Bunun yanında, oldum olası çok güzel kız olan April, hayata sıfırdan başlayıp zengin olmuştu ve şimdi dünyaca ünlü bir modeldi. Bu durum, ne kadar alçak bir noktadan başlarsa başlasın, ortaya yüreğini ve aklını koyan herkesin başarılı olabileceğinin kanıtıydı.

Şehrin baskıcı ortamından uzaklaşmaya Erica’dan çok ihtiyacı olan April, Los Angeles Üniversitesi’ne başlamak için batıya gitmiş ve orada birinci ve ikinci eşleriyle tanışmıştı. Bir yıl önce boşandığı üç numaralı kocasıyla ise, Büyük Britanya’da tanışmıştı.

“Sen de benim kadar biliyorsun,” diye devam etti April, salatasını yerken. “Bayan Karen’in hayalindeki evlilik, senin Griffin ile yapacağın evlilikti.”

Erica, bunun doğru olduğunu biliyordu. Griffin Hayes’in ailesi, aynı kendi ailesi gibi, Hattersville’in zenginlerindendi.

Doğal olarak bazı kişiler, özellikle de annesi, kızı ile Griffin’in büyüyüp evleneceklerini umuyorlardı. Bazıları vardı ki, yine isim vermek gerekirse annesi, bu evliliğin hem çıkarlar açısından doğru bir seçim olacağını hem de bu iki aile arasına giren lanetin, aralarında yapılacak bir evlilik ile son bulacağını düşünüyorlardı.

Maalesef, kimse, onun ve Griffin’in kalbine haber verme zahmetinde bulunmadı. Onlar ise bir türlü o duyguyu hissetmiyordu. Büyüme çağlarında aileleri onları o kadar çok bir araya getirmişti ki, sonsuz bir evlilik bağı ile adanmış bir çift olmak yerine, birbirlerini kardeş olarak görmeye başlamışlardı. Lisedeyken birlikte olmayı denemişler fakat aralarında bir elektriklenme olmamıştı. Griffin de, Erica da bunun farkındaydı. Aralarında arkadaşlıktan başka bir şey olamayacağına dair karar verdiler.

531746_507244422647635_25950951_n

“Annem artık Bayan Griffin Hayes olmayacak olmam fikrine alıştı,” dedi Erica. “Kesinlikle aradığımı buldum. İnan bana. Brian, istediğim ve ihtiyacım olan tek adam.” Herkesten şüphelenirdi, hatta April’dan bile, ama söylediklerinden kesinkes emindi.
“Bu hafta geliyor mu?”

Erica’nın dudaklarını kocaman bir gülümseme kapladı ve şans getirmesi için parmaklarını çaprazladı. “Umalım da öyle olsun. Firma için iki avukat daha tuttular ama hâlâ bir ton dosya yükü var.” Dallas’taki saygın bir hukuk bürosunda avukat olan Erica ve Brian, geçen yaz Myrtle Sahili’nde tatil yaparken tanışmışlardı. Bir sabah, Brian iskeleye balık tutmak için çıkmıştı ve Erica da o sırada sahilde koşuyordu. İkisi konuşmaya başlamış ve ardından Brian ertesi gün için onu kahvaltıya çağırmıştı. Birkaç hafta içinde sevgili olmuşlardı.

Yaz bittiğinde, tüm klişeleri altüst etmiş ve ilişkilerini devam ettirme kararı almışlardı. Aşkları, uzun soluklu olmaya doğru yelken açmış, yeni yıl tatilinden hemen sonra, Brian ona evlenme teklifi etmişti. Erica bu teklifi kabul etti ve şimdi, ağustos ayında yapılacak olan düğünün ardından Teksas’a yerleşmeyi dört gözle bekliyordu.

Annesi, tek çocuğunun, Hayes’in dışında biriyle evlenip şehir dışına taşınması fikri üzerine bayağı gürültü koparmıştı. Şimdi bile, aylar sonra, Karen Sanders’ın bu konuda sorunlar yaratmaya uğraşması kaçınılmazdı.

“Peki, baban nasıl direniyor?” diye sordu April, Erica’nın düşüncelerini bölerek. “Annen, seni reddetmesi için onu ikna edebildi mi?”

Erica, babasını düşündüğünde, açık ela gözlerinde sevgi ve anlayış belirdi. Babası ona tam destek veriyordu. Yine de annesini kızdırmamak için bunu sakin bir şekilde yapıyordu. Erica’nın yaptığı şeye hayranlık duyduğunu belli edecek ufak şeyler yapıyor ya da söylüyordu. Kendisinin yapamadığını Erica yaptığı için, bir mirası koruyabilmek değil de aşkı uğruna evlenmeyi seçtiği için, onu takdir ediyordu. 
Anne ve babasının evliliğinin önceden planlanmış olduğu sır değildi.

“Bunun olmayacağını sen de benim kadar biliyorsun,” diye yanıtladı. O ve babası birbirine çok yakındı ve bu her zaman böyle kalacaktı.

Erica ve April park ettikleri arabalarının yanına doğru yürüdüler ve April, büyükannesini ziyaret etmek için geldiği şehirden ayrılmadan önce birkaç kez daha görüşmek için sözleştiler. Mart’ın ilk haftasıydı. Ohio’nun soğuğu iyiden iyiye hissediliyordu ve Erica’nın korunmak için omuzlarını şalıyla sıkıca sarmıştı. Giorgio özel koleksiyonundan olan şalı, geçen sene April’ın ona verdiği doğum günü hediyesiydi.

Yukarıya baktığında Erica, parlak ışıklarla ve bakımlı çimlerle kaplı şehir merkezini gördü. Beşinci Bölge parkları berbat görünüyordu ve bakıma ihtiyaçları vardı ancak buradaki şehrin kurucularına ait heykeller iyi durumdaydı. ‘İyi’ vatandaşların ayrıcalığını düşününce, neredeyse midesi kalkmıştı.

Saatine göz attı. Henüz sekiz bile olmamasına rağmen dükkânlar çoktan kapanmış, şehir, hayalet bir şehre dönüşmüştü. Bir zamanlar ekonomik olarak büyük sıkıntılar yaşamış olan şehir, birkaç hali vakti yerinde aile yerleşip, küçük ve can çekişmekte olan işyerlerini satın alınca düze çıkmıştı. Ne var ki bu durum, zenginlerin daha da zenginleşmesine ve şehrin tüm iplerini ele geçirmelerine yol açmıştı.

Erica’nın şehrin tarihi kütüphanesindeki başkütüphanecilik ve muhasebecilik işi bile, ailesi tarafından, özelikle de annesi tarafından, Hattersville tarihinin iyi bir şekilde koruna-bilmesini sağlamak amacıyla ayarlanan ve oldukça rahat bir pozisyonun ötesine geçemeyen bir iş olanağıydı. Erica’ya, eğer ataları -Kanada’dan gelen özgür siyahlar- olan şehir kurucuları olmasaydı, bu şehrin de var olamayacağı sürekli olarak hatırlatılmaktaydı.

Nesiller boyu, Hattersville’deki iki grup arasında belirgin bir çizgi var olmuştu: zenginler ve yoksullar. Varlıklı Hayes, Delbert, Sanders, Carter, Heard, Baker, Cobb ve Stonewell aileleri şehre çalışmaya gelen binlerce kişinin işvereni ve en büyük üretim şirketlerinin sahipleriydiler.

April ile sarılarak vedalaşan Erica, birkaç yıl önce babasının doğum günü hediyesi olarak kendisine vermiş olduğu, kiraz renkli, iki kapılı Mercedes’ine bindi. Emniyet kemerini henüz geçirmiş ve tam kontağı çevirmek üzereyken, cep telefonu çalmaya başladı. Arayanın Brian olduğunu görünce yüzü güldü. 

Cevaplamak için vakit kaybetmedi. “Selam.”

“Selam, tatlım. Neredesin?”

“Ryder’ın Et Lokantası’ndan çıkmak üzereyim. April şehirdeydi, birlikte akşam yemeği yedik.” Bir an duraksadı ve, “Hafta sonu için kaçabilecek misin?” diye sordu.

Brian’ın telefonun diğer ucunda güldüğünü duydu ve bunun ne kadar çekici olduğunu düşündü. Onu ilk gördüğü anı anımsadı. Altında yırtık bir kot, üst kısmı çıplak bir haldeydi. Elinde bir olta, balık tutuyordu. Ona çapkın bir şekilde gülmüştü ve Erica o an erimişti. O gülücüğü vücudunun her bir gözeneğinde ve hücresinde hissetmişti. O gülüş, onu sıcak ve yanan bir kütleye dönüştürdü ve bütün arzularının, olabileceği en gerçek haliyle karşısında durduğunu o gün keşfetti.

“Evet, sanırım kaçabileceğim,” dedi, Erica’yı daldığı düşüncelerden uyandırarak. “Bu arada, evinde seni bekleyen bir şey var.”

Hemen gülümsedi. Ona, “seni düşünüyorum” hediyeleri gönderiyordu postayla.

Bu kez ne yolladığını merak etti. Geçen hafta, geceleri bir ninni gibi onu uyutsun diye, Barry White’ın duygulu sesiyle söylediği “Rock-a-bye Baby” şarkısını bir CD’ye kaydedip yollamıştı.

“Nedir?” diye sordu.

Cevap vermeden önce, bir kez daha o çekici gülüşü yükseldi, “Ben. Artık öğrendiğine göre, çok hızlı sürmene gerek yok.”

Dudaklarından bir iç çekişi yükselen Erica, nasıl yavaş gidebileceğini düşündü. Birbirlerini görmeyeli üç haftadan fazla olmuştu ve derin bir özlem ile dolup taşıyordu. Onu gördüğünde içini büyük bir mutluluğun kaplayacağını çok iyi biliyordu. Nasıl bekleyeceğini düşündükçe, içi duygusal kıpırdanmalarla dans etmişti.

“Ben gelene kadar rahatına bak,” dedi ona.
“Çoktan baktım ve sabırsızlıkla seni bekliyorum, bebeğim.”
O da sevgilisini görmek için sabırsızlanıyordu. “Yoldayım.”

Brian ateşli bir karşılık daha vermeden, ki bir kez daha yaparsa bu muhtemelen onu çıldırtacaktı, telefonu kapattı ve park yerinden ayrılmak üzere motoru çalıştırdı. Brian şehirde olduğuna göre tüm hafta sonu planları değişecekti. Elbette herkes bunu anlayışla karşılardı.

Tabii, annesi hariç herkes.

Brian Lawson, cep telefonunu gerektiğinden fazla bir süre elinde tuttuktan sonra masanın üzerine koydu. İçi pırpır ediyordu. Erica’nın sesini telefonda her duyduğunda aynı şey oluyordu.

Eğer birileri ona, bir kadına bu şekilde âşık olacağını söylemiş olsaydı, onlara asla inanmazdı. Erica’yı o gün sahilde gördüğü anda âşık olduğuna ikna olmuştu ve onun çıktığı diğer kızlardan çok daha farklı olduğunu bir şekilde anlamıştı.

O zamana kadar, yalnız olmaktan memnun olan bir adam olmuştu. Kısa süreli planlar yapmaktan ve kafasına göre biri-leriyle çıkmaktan hoşlanırdı. Fakat o yaz, Erica ile zaman geçirdikten sonra, onun sonsuza kadar beraber olmak isteyeceği türden bir kız olduğunu anlamıştı. Bu düşünce, sandığı gibi onu korkutmamıştı. Hatta onu daha çok tanıdıkça, ebediyen onun yanında olacak kişinin kendisi olmasını daha da çok istemişti.

Derin bir nefes aldı. Birasından bir yudum daha içti ve müstakbel karısının mutfağına göz gezdirdi. Büyük, ferah bir mutfaktı ve yemek yapmaktan çok hoşlandığı için tam Erica’ya göreydi. Kendisi de öyleydi. İlk fark ettikleri ortak noktalarından biri de buydu.

Duvarlar soluk bir sarı renge boyanmıştı. Mutfak aletlerin hepsi beyazdı ve bu odayı olduğundan geniş gösteriyordu. Onun Dallas’taki paslanmaz çelikle kaplı mutfağı her ne kadar daha modern gözükse de, Erica’nınki ile kıyaslandığında daha az sterildi. Duvarda asılı büyük tabloda, güneşli bir Güney Carolina gününde resmedilmiş Myrtle Sahili gözüküyordu. Sisli Ohio kışlarında, yemek masasında otururken bu resme bakmak çok hoş olmalıydı. Daha da güzeli, tam olarak o yaz tanıştıkları yere ait bir çizim olmasıydı: İskelenin hemen yanı. Brian, bu tabloyu Teksas’taki bir galeride görür görmez, onu Erica için satın alma şansını kaçıramayacağını düşünmüştü. Aslında her ikisi için…

Erica’nın eve gelmesini beklemek için masaya oturdu. Eğer doğru hatırlıyorsa, şehrin öbür tarafındaki Ryder yirmi dakika uzaklıktaydı ve Erica’yı yavaş gelmesi konusunda uyarmış olmasına rağmen, çabuk geleceğini biliyordu. Bu on dakikaya kadar eve varacağı anlamına geliyordu.

Tekrar mutfağa göz attı. Oturduğu yerden, yemek odası ile oturma odasını rahat bir şekilde görebiliyordu. Dallas’taki dairesi bu kadar büyük değildi. Mükemmel bir bekâr eviydi, ancak, evlendikten sonra, daha büyük ve ofise yakın bir eve taşınmak üzere karar almışlardı.

Erica’nın evini de kapatmayacaklardı, böylelikle, ailelerini ziyaret etmek için Hattersville’e geldiklerinde kalacakları bir yer olacaktı. Aslında, ailelerinin bir malikâne olarak kabul edilebilecek devasa büyüklükteki evlerinde birçok konuk odası bulunmaktaydı. Ancak Brian, kendisinin, Karen Sanders’ın çatısı altında bir gece bile geçirmeye tahammülü olamayacağını sezen Erica’yı takdir ediyordu. Onun, Karen’ın seçtiği damat olmadığı büyük bir sır değildi.

Erica’nın annesi kesinlikle Brian’ın annesinden çok farklıydı. Rita Lawson, bu dünyadaki en tatlı ve makul kadınlardan biriydi. Brian on beşindeyken, babasının anevrizmadan ölmesinin ardından, onu tek başına yetiştirmişti. Onu üniversiteye ve hukuk fakültesine göndermek o kadar kolay olmamıştı; ancak bunu yapmış olmaktan hiç şikâyetçi değildi. Brian da bu durumun kıymetini fazlasıyla bilmişti. Şimdi ise, her zaman yapmak istediği bir şeyi başardığı için annesiyle gurur duyuyordu. Her zaman dış dünyaya âşık olan annesi, büyük bir şirket için peyzaj mimarlığı yapmaya başlamıştı. İşi çok fazla seyahat etmesini gerektiriyordu ki, bu onun her zaman hayalini kurduğu şeydi. Daha geçen hafta Beijing’den dönmüştü. Çin’e ilk gidişiydi ve Brian, orada yaşadıklarını anlatırken ne kadar heyecanlandığını aklından çıkaramıyordu.

Aylar önce Erica’yla resmen tanışmış ve müstakbel gelinine ilk anda bayılmıştı. Erica’nın annesinin de kendisini kabul etmesini dileyerek, birasından bir yudum daha aldı.

Kafasını bulandıracak düşüncelere izin vermemeye çalışsa da, bu konu, arada sırada aklına geliyordu. Anne babaların çocukları için eş seçtiği zamanların artık sona erdiğini bilmiyor muydu bu kadın? Erica kendi hayatını yaşıyordu. Nasıl ve kimle yaşayacağına karar verebilecek olgunluktaydı.

Brian, bir araba kapısının kapanma sesini işitti ve Erica’nın geldiğini anladı. Ayağa kalktı ve içini bir endişe sardı. Endişe ve aşk.

Arka kapıdan gelen bir anahtar şıngırtısı duydu. Birkaç saniye sonra hayatının geri kalanında birlikte olmayı, birlikte çocuk yapmayı, ismini paylaşmayı ve sonsuza kadar yanında kalmayı seçtiği kadını karşısında görecekti.

Onu yakalayan tüm duyguları anlamaya çalışırken kapı açılmış, Brian, o an derin bir nefes almıştı. Bakışları anında birbirini yakaladı ve onun dudaklarına yansıyan gülüşü, her bir noktasını felç etmiş gibiydi.

062612-health-hiv-day-black-couple-holding-hands-marriageSaçlarını açık bırakmıştı ve bu gece, saçları omuzlarına birer su dalgası gibi düşmüştü. Koyu olan saç tellerinden kimisi, mutfağın parlak ışıkları altında daha açık görünüyordu. Bakışları, Erica’nın yüzünde dolandı. Onu büyüleyen ilk şey gözleri olmuştu. Ela renkli, kedi gözleri vardı ve o kadar büyüleyiciydi ki, o gözlere bakan bir adam tüm duygularını kaybedebilirdi. İlk gördüğünde Brian’ın hissettiği de tam olarak buydu. Dikkatini çeken diğer özelliği ise dudaklarıydı. Sanki özel olarak Brian için yapılmış, mükemmel bir şekilli dudakları… Bir keresinde Brian’a, onu öpmeden önce hakikaten kimseyle öpüşmemiş olduğunu anladığını söylemişti.

Gördüğü her noktaya, özellikle de vücudunu oluşturan kıvrımlara bir kez daha hayran kalarak, ayak ucundan başına kadar onu süzdü. Daha önce çıkmış olduğu kadınlar kadar uzun boylu değildi ama onun 1.63′lük boyunun kendi 1.90′lık boyunu mükemmel bir şekilde tamamladığını düşünüyordu. Evet, Erica tamamen güzel bir kadındı ve şehvetli rüyalarını süsleyen varlığın ta kendisiydi. Göğsü sıkıştı. Kesinlikle muhteşemdi, ona baktığında tam olarak düşünemiyordu. Ateşli, ilkel bir ihtiyaç benliğini titretiyordu. Erica, kapıyı kapatıp, sandalet giymiş ayakları ile ona doğru adım atarken, Brian da ona doğru ilerlemeye başlamıştı bile.

Ona sımsıkı sarıldığı anda, dudaklarını onun dudaklarına hapsetmeden birkaç saniye öncesinde, derinden gelen bir sesle bir şeyler mırıldandı, “Evine hoş geldin, tatlım.” Erica’nın, her şeyi yapmaya hakkı varmışçasına, vücudunu onun vücuduna iyice yapıştırarak öpücüğüne karşılık verişini hissetti.
Ve Erica tüm haklarını kullandı.
continue reading "Pamuk İpliği - Brenda Jackson | Ön Okuma"

Yorum: Sana Soyunuyorum - Crossfire #1 - Sylvia Day


download
Puanlama : C

Yazar: Sylvia Day
Çevirmen:   Ayşe Kaya
Sayfa Sayısı:  378
Dili: Türkçe
Yayınevi:  Doğan Kitap

Doğan Kitap’tan yarın çıkacak olan Sana Soyunuyorum Crossfire Üçlemesinin ilk kitabı. Sylvia Day'in yazdığı bu kitapla başlayan üçleme  satış listelerini de sallamaya devam ediyor... Kitap özellikle Grinin Elli Tonu’na benzerliği ile ses getirdi, ama zaten son dönem çıkan tüm karanlık karakterli erkekleri içeren erotik aşk romanları bu kitaba benzerlikleriyle değerlendirilmeye başlandığı için anormal bir durum değil bu sanırım.

Eva Tramell, New York’a yeni taşınmış ve bir reklamcılık ajansında yönetici asistanı olarak işe başlamıştır. Hikayeyi de Eva’nın ağzından dinliyoruz. Eva en yakın arkadaşı Cary ile birlikte, Eva’nın üvey babasının kendilerine temin ettiği evde yaşamaktadır. Anlayacağınız üzere oldukça refahı yerinde bir üvey babadan bahsediyoruz.  Cary, yakışıklı, sevimli ve biseksüeldir. Kitabın daha en başında, Eva’nın gençken yaşadığı trajik bir olay olduğu ve bu nedenle annesinin biraz fazla korumacı olduğunu öğreniyoruz. Yani anlayacağınız bu hikayede kızımız da en az adam kadar sorunlu.

Gideon Cross, bir multimilyoner, tabii ki yakışıklı, karizmatik ve tam bir kontrol meraklısı, diğer bir deyişle dominant bir karakter ama bu kitapta her ne kadar erotizm bol olsa da Grey’in ki gibi bir oyun odası durumu yok haberiniz olsun. Gerçi bu adam yer yer daha takıntılı ve Eva’yı kelepçe yerine duyguları ve takıntılarıyla bağlıyor ama neyse… Ayrıca her şeye iş mantığı ile yaklaşan bir adam bu Gideon.

Eva ve Gideon’un ilk karşılaşması, Eva’nın Crossfire Building’de işe başlamasından önce etrafı görmek üzere gittiğinde oluyor ve Eva’nın yerde dizleri ve ayakları üzerinde bitiyor. Ama düşündüğünüz gibi değil, kızımız Gideon’a çarpıp düşüyor ;) Ama ilişkileri öyle ilk görüşte aşk falan değil, tabii ki ilk görüşte tutku var ama Gideon aralarındaki ilişkiyi sadece seks ile sınırlı tutmak konusunda azimli. Eva ise pek bu durumdan memnun değil, evlilik peşinde olmasa da, Gideon’un kendisine mal varlığının bir parçası gibi davranmasından pek memnun değil. Ancak tabii ki karşı konulamaz bir çekim var ve zamanla Gideon’un arkadaşlık ve yatak ilişkilerini ayrı tutma iddiasına rağmen oldukça çalkantılı bir ilişkiye dönüşüyor.
Benzerliklerden bahsetmeyeceğim, çünkü Gabriel’de dediğim gibi bunda da ararsanız benzerlik bulabileceğiniz ama aynı oranda farklılıklarında olacağı bir kitap. Ama şunu da eklemeliyim, Grey’de bir noktacık daha fazla keyif almıştım, özellikle ilk kitapta. Bunu da söyledikten sonra devam edeyim.

tumblr_m8uz1o9lEq1r7wafro1_500

Kadın Problemleri:
Christian'ı mı yoksa Gideon'u mu istediğime karar veremiyorum!!!

Sylvia Day’in Crossfire serisi New York’ta geçiyor ve burada yaşayan yüksek kademe insanların hayatlarına ve sosyal çevrelerine güzel bir bakış atmamızı sağlıyor. Niçin bu atmosferi daha fazla kullanmıyorlar acaba kitaplarda ;) hayatın hiç durmadığı bir arka plan var.  Atmosferden daha çok, Eva’yı sevdim – en azından en başta – zeki, sevimli, kendine karşı dürüst ve  kolay ilişki kurulabilir bir karakter, tek kusuru tipik aşk romanı karakteri olarak sunulmuş olması yani güzelliğinin farkına değil.  Seksten ve Gideon’dan hoşlandığını kabul ediyor ama ruh hali itibariyle de saçma hayaller kurup her şeyin mutlu olduğu bir aşk tablosu çizmiyor bize.  Öte yandan aynı sevgiyi Gideon için besleyemedim, hadi yaşı ve elde ettiği başarı durumu gerçeğini zaten göz ardı ettik ama yani Eva hangi binaya adım atsa, görünen o ki, Gideon o binanın sahibi yani New York’tan bahsediyoruz haliyle ben bilmem ama biraz abartılı olmuş gibi ;)  Eva’nın çalıştığı firmanın binası, birlikte gittikleri spor salonunun olduğu yer, Evan’nın oturduğu bina ve spor sonrası gittikleri yan taraftaki otel’in binası da!!!  Bunun yanında, Gideon’un ne kadar yakışıklı, karizmatik olduğu, tüm kadınların kendisinin ayaklarına serildiği hatta birkaç erkeğin bile bu konuda yorum yapıyor olması, özellikle de Eva’nın Gideon’u her gördüğünde bu durumu dile getirmesi – ki tahmin edersiniz ki bu biraz fazla sık demek – biraz sıkmaya başlıyor. Ama bunlar yüzünden okunmaz hale de gelmiyor, bu kısımları atlamayı ya da görmezden gelmeyi başarıyor ve devam ediyorsunuz ;)

14288719Devam ediyorsunuz çünkü yaşanan ilişki oldukça çalkantılı, Eva sorunluysa, Gideon kayıp vaka diyeyim siz anlayın ;) Kavgalar, hemen ardından öpüşmeler, bir sıcak bir soğuk tavırlar, kıskançlık, kabullenme sorunları hiç bitmiyor ve bu noktada okuru pek sıkmıyor. Ve bu ikilinin nasıl bir orta yol bulacağını merak ediyorsunuz. Yalnız yatak sahneleri bakımından bir noktadan sonra pek yaratıcı bir durum yok. Bu konu hele ikinci kitapta iyice çığrından çıkıyor. Buna biraz sonra döneceğim.

Bir de Cary var, kesinlikle sevilebilir bir karakter ve Eva’yı da çok önemsiyor ancak biseksüel yapısı pek gerçekçi olmamış, niçin doğrudan gay yapmamış merak içerisindeyim açıkçası. Belki üçüncü kitapta ortaya çıkar kimbilir…
Sonuç olarak, Sylvia Day, eğlenceli ve klasik aşk romanlarının birazcık dışına çıkabilen, yer yer elektriği ve gerilimi yükselen bir okuma yaratmayı başarmış. Özellikle eğer örnek olacak alfa erkeklerden hoşlananlar için daha da keyif verecek bir kitap.

Gelelim ikinci kitaba; birçok kişi ikinci kitabı daha çok beğenmiş olsa da ben aynısını söyleyemeyeceğim. Ben kitap erotik aşk romanı da olsa, seks sahnelerinin altında yatan keyifli bir hikaye olmasından yanayım. Sınırsız libido beni pek fazla çeken bir şey değil. Ve bu ikinci kitapta, her ne kadar macera yönü ve gerilimi arttıran başka bazı faktörler olsa da ikili tüm sorunlarını yatakta çözmeye çalışıyor. Kavga ediyorlar yatakta bitiyor, sevgilerini dile getiriyorlar yatakta bitiyor, kıskanıyorlar yatakta bitiyor haliyle bir yere varamıyorlar tüm kitap boyunca, bir de Gideon’un zaten soğuk sıcak dengesizlikleri yokmuş gibi konu gereği aşırı bir gizem ekleniyor tavırlarına ki sormayın gitsin ;) gerçi sonu fena degildi ve üçüncü çıkınca kesin okuyacağım ayrı…  Bu yazı ile birlikte hem ikinci kitaptan, hem de üçüncü kitaptan sizlere birer bir bölüm paylaşacaktım ama baktım ki bu post bir hayli uzun oldu, en iyisi bu akşam ikinci bir postta ileteyim, takipte kalın ve tabii ki keyifli okumalar…
3

Buyrun size popüler Gideon Cross tercihleri ;)

Tabii ki, Grey'i kim oynar dendiyse aynısını Gideon söylemek mümkün, Matt Bomer (gerçi kendisi benim bir numaralı Grey oyuncu adayım), David Gandy ve Henry Cavill, gerçi yapısal olarak tarifleri Grey ile aynı değil kitaplarda ama Henry Cavill'in şu fotoğrafı benim aklımdaki Gideon'a epey uygun, ne de olsa saçları uzun kendisinin ;)

tumblr_mhk1r2pueb1rcwtfuo1_500

continue reading "Yorum: Sana Soyunuyorum - Crossfire #1 - Sylvia Day"
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...