Sylvain Reynard, ilk olarak bize vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz.
Gabriel’in Cehennemi’nin ilk önce The University of Edward Masen (Edward Masen Üniversitesi) adıyla bir fan-fiction (hayran kurgusu) olarak yazıldığı neredeyse herkesçe biliniyor. Peki e-kitap olarak yayımlatmaya nasıl karar verdiniz ve sonrasında Berkley ile anlaşma nasıl gelişti?
“Günaydın Tuğçe” (Bunu yazar aynen bu şekilde, Türkçe söyledi :D), öncelikle beni bu söyleşiye davet ettiğin için teşekkür ederim, seninle ve okuyucularınla olmak büyük bir keyif.
İlk önce fan-fiction olarak yazdığım romanı revize ettim ve küçük, bağımsız bir yayınevi tarafından yayımlandı. Kitap, son derece hevesli ve coşkulu okuyucuların çabasıyla kulaktan kulağa yayıldı ve populer bir hale geldi, sonunda da USA Today ve New York Times En Çok Satanlar listelerine girdi. Bunu takiben de, Gabriel’in Cehennemi ve Gabriel’in Coşkusu, Penguin Berkley tarafından yeniden basıldı. Bende, üçüncü ve serideki son kitap olacak romanı yazmak için bir anlaşma imzaladım. Bu yolun her adımında kitapların başarılı olmasını, tamamen okuyucularım sağladı demek doğru olur.
Dante Alighieri’nin Cehennemi’ni başarılı bir şekilde, çıkış noktası olarak kullanmış ve hikayenizin çizgisini ve karakterlerini oluşturmuşsunuz. Peki, bu fikir nasıl ortaya çıktı, bir edebiyat geçmişiniz var mı?
Dante’nin Cehenneminindeki ögeleri ve O’nun Beatrice’e olan aşkını, modern dönem ile sentezlemenin ilginç olacağını düşündüm açıkçası. Tabi bir de, Dante’nin şiirlerini daha geniş bir kitleye ulaştırabilmenin cazibesi ve isteği söz konusu diyebiliriz. Dante’nin Beatrice ile olan ilişkisi son derece güzel ama doğrusu pek fazla bilinmeyen bir hikaye.
Sanırım bu noktada amacınıza ulaşmışsınız, ben şahsen kitabı bitirdiğim an itibariyle internette Dante’nin Cehennemini acaba nereden alsam diye araştırmaya koyulmuştum bile, eminim tek de değilim bu konuda. Rönesans sanatı, edebiyat ve müzik, özellikle de müzik hikayenizin her kısmında var ve etkili bir unsur olarak sunuluyor. Niçin bu ögeleri kullandınız?
Bunların bazılarını karakterin kişiliğini yansıtmak için bir yol olarak kullandım yada sahnelerde ima edilenler için birer ipucu olarak. Tanıdığım kişileri düşününce, hepsi; sanatı, edebiyatı ve müziği değişen derecelerde seviyorlar. Bu nedenle karakterleri yaşar hale getirmek için bu ilgiyi kullanmanın şart olduğuna karar verdim. Birisi hakkında birşeyler söyleyebilmek için; neyi sevdiğini yada neyden memnun olduğunu bilmek çoğu zaman yeterlidir.
Kitapta, Professör Emerson’ın iç dünyasına olduça fazla yer verilen derin bir karakter gelişimi söz konusu, buda karakterlerinizin ne kadar sizin kişiliğinizi ve deneyimlerinizi yansıttığını merak ettiriyor, açıkçası…
Sanırım ben yazarı olduğuma göre, aslında her karakterin içinde biraz vardım ve benimde hatalarım ve yanlışlarım olduğu kesin.
Başlangıçta, Professör Emerson’ı sevmenin pek de kolay olmadığını itiraf etmeliyim, ama kendini yoketme çabasına ve kendi kendini sürekli cezalandıran haline rağmen kendisini sayfaları çevirdikçe sevmeye başlıyor insan. Karakterlerinizi yaratırken, onlar için en başında bir yol çiziyor musunuz? Yada ilerledikçe mi oturuyor bazı noktalar ve tabii ki Gabriel hikaye ilerlerken değişti mi?
Teşekkür ederim, O karmaşık bir karakter ve birçok okur Gabriel’i en başta pek sevmiyor ama sonraları fikrini değişiyor, ki buda benim, kitaba başlarken yaratabilmeyi umduğum etkiydi. Bazen ilk izlenimler yanlıştır ve bende bunu keşfetmek, göstermek istedim.
Gabriel’in karakterinde kitapta ilerledikçe hiçbir şey değiştirmedim ama hikaye ile birlikte O’nun da karakteri gelişti diyebilirim.
Birçok noktada (hiyerarşi vs.) akademik yaşam her yerde aynı olsa da, biz hikayenin geçtiği Toronto’dan ve Toronto Üniversitesi’nden oldukça uzaktayız. Ayrıca bizde sanırım öğretmen-öğrenci ilişkisinde bu kadar sert kurallar da yok - En azından göze bu kadar çarpar derecede. Bize biraz hikayenin geçtiği yerlerden bahseder misiniz?
Toronto, Kanada’nın en büyük şehri ve üç milyondan biraz fazla bir nüfusa sahip. Ontario Gölü kenarında kurulu bir şehir. Toronto Üniversitesi de muhtemelen Kanada’nın bilinen en iyi üniversitesidir ve tam şehir merkezinde bulunuyor.
Aslında, öğretmen-öğrenci arasındaki ilişki konusundaki kısıtlamalar, tamamen haksızlık oluşmasını ve öğrenciler arasındaki eşitliği korumak için ve aynı zamanda, güç sahibi pozisyonunda bulunan birisinin de bu güç ile öğrenciyi taciz etmesini engellemek için var. Sonuçta, öğrenciler üniversiteye öğrenmek için geliyorlar, professörleri ile romantik bir çift olmak için değil.
Kitabınızın Türkiye’de – ki hemen hemen satıldığı her yerde böyle gördüğüm kadarıyla –pazarlama stratejisinde ciddi anlamda, bir başka fan-fictiondan en çok satanlar listesine geçiş yapmış kitap Grinin Elli Tonu ile karşılaştırılması yatıyor. Bu karşılaştırmalar tüm medyada yer alıyor haliyle kaçınılması imkansız neredeyse. Peki siz bu konuda nasıl düşünüyorsunuz?
Ben karşılaştırmayı hoş karşılıyorum açıkçası. Ama, bu iki kitap birbirinden çok çok farklı aslında. Ben kitabımı erotik türünde görmüyorum, örneğin herhangi bir sadomazoşist öge de içermiyor. Benim kitabımın arka planında üniversite yer alıyor ve akademik politikalar ve koşullar önemli yer kaplıyor. Buna ek olarak, ilk kitapta açığa çıkan, Gabriel ve Julia arasında da bazı gizemli bağlantılar var.
Açıkçası ben daha önce ki yorumumda yazdığım gibi, bu iki kitabın; herhangi iki aşk romanının benzeyebileceği kadar, benzer olduklarını düşünüyorum, ama neyse… Bu pazarlama stratejisi ile, okuyucu tabii ki; içerisinde bir bol miktarda cinselliğin de yer aldığı bir kitap okuyacağını düşünüyor kitaba başlarken, ama sizin kitabınızda durum, hiç de öyle değil. Ama yinede oldukça şehvetli, etkileyici ve baştan çıkarıcı bir hikaye var. Grafik olarak seksi kullanmadan, bu sahneleri yazmadan, bunu nasıl başarıyorsunuz?
Her zaman, baştan çıkmanın akılda olan bir şey olduğuna inanıyorum. Bir yazar olarak, bazı şeyleri okuyucunun hayal gücüne bırakmayı tercih ediyorum. Romanlar, bu konuda tüm ayrıntıları vermeden yine de şehvetli ve bu benim istediğim denge.
İkinci kitap, Gabriel Arafatta (Gabriel's Rapture), şuan da Türkiye’de henüz baskıda. Bize ikinci kitabınızı bir cümle ile anlatabilir misiniz? Uzun bir cümle ile …
Gabriel’in Coşkusu, tam olarak Gabriel’in Cehennemi’nin bıraktığı yerden devam ediyor ve Gabriel ile Julianne’in ilişkilerinde ilerledikçe, yaşadıkları zorlukları – eski sevgililer, üniversite yönetimi ve kıskanç meslektaşlar – takip ediyor.
Türk yazarlarından tanıdığınız, bildiğiniz var mı? Varsa, ne düşünüyorsunuz? Ve son bir soru, Türk okurlarınız hakkındaki düşünceleriniz neler, onlara ne söylemek istersiniz?
Açıkçası Türkiye tarihi ve şiiri hakkında çok az birşeyler biliyorum ama korkarım Türk Edebiyatını yeterinde bilmiyorum. Optimum Kitap’ın romanlarımı Türkçe yayımlıyor olması harika bir şey ve Türk okuyucularıma “Sağ olun” ve “iyi dileklerimle” demek istiyorum. (bu iki keslimeyi yazar yine Türkçe söyledi, çok keyifliydi)
Bay Reynard, bize ayırdığınız vakit ve bu keyifli sohbet için tekrar teşekkür ediyoruz, serinin son kitabı üzerinde çalıştığınızı biliyoruz ve dört gözle bekliyoruz…
Ayrıca bu söyleşiden keyif alanlara ve Gabriel'in hayranlarına bir de küçük bir haberim var, Professör Emerson 15 Aralık günü saat 17:00-18:00 (EST) arası @THESUBCLUBbooks da bir twitter canlı sohbet gerçekleştirecek, sormak istedikleriniz için bu sohbete katılabilir -ancak unutmayın bu saatler Amerika zaman diliminde- yada konuşulanları öğrenmek ve Gabriel'i daha yakından tanımak için 16 Aralık'ta Tuğçe'nin Kitaplığı'nı ziyaret edebilirsiniz. Canlı sohbet tüm ayrıntıları ile Türkçe olarak burada olacak...
0 yorum:
Yorum Gönder