Copyright © Tuğçe'nin Kitaplığı
Design by Dzignine
17 Ekim 2012 Çarşamba

Man Booker Ödülü Yine Hilary Mantel'in ... Kurtlar Hanedanı Serisinin İkinci Kitabı İle


Dün gece Londra’da tarihi Guildhall’da yapılan ödül töreni ile, edebiyat dünyasının Oscar’ı sayılabilecek, Man Booker Ödülü bu seneki sahibini buldu. Hilary Mantel, Bring Up The Bodies kitabıyla ödülün ikinci kere sahibi olan; hem ilk kadın yazar, hemde ilk İngiliz yazar oldu. 44 Senelik Man Booker Ödülü tarihinde de bu ödülü iki kere alabilen 3 yazardan birisi olarak tarihe geçti (Diğer ikisi; Peter Carey ve JM Coetzee).  Aslında Mantel'in bu yıl ödüle layık görülen kitabı, 2009 yılında ilk kez Man Booker Ödülünü aldığı Wolf Hall (Kurtlar Hanedanı) kitabının devamı.

Üçleme olarak planan bu seri, Tudorlar dönemini farklı bir açıdan anlatıyor. Kurtlar Hanedanı’nın bu serinin ilk kitabı ve Artemis Yayınlarından, bu sene başında ülkemizde de raflardaki yerini almış olmasından dolayı önce onunla başlıyorum...

Kurtlar Hanedanı 808 sayfalık, kocaman bir tarihi roman. Hikayeyi aslında çoğumuz biliyoruz, helede Phillipa Gregory'nin Boleyn Kızı'nı okuyanlar konuya epey de hakimdir. Ama bu sefer hikayenin kahramanı, Thomas Cromwell (VIII. Henry'nin son derece dişli danışmanı), alt tabakadan, rüşvetçi ve kabadayı bir kişilik ancak aynı zamanda da bir siyaset dehası. 

Cromwell onbeşli yaşlarında alkol ve şiddet düşkünü babasından ve zorlu hayatından kaçarak bir asker olma hayalleri ile Avrupa’ya gidiyor. Hayatını şekillendiren bu tecrübesi çok uzun anlatılmıyor ve birden 1527’de kırklı yaşlarda Cardinal Wolsey’in güvenilir bir adamı olarak İngiltere’ye geri dönüyor. Kendi kendini yaratan Cromwell, akıllı, bilgili, düşünceli, birçok dili konuşabilen ve aynı zamanda fiziksel olarakta oldukça yapılı birisi. Bir yandan tarihteki yerini sağlamlaştırmak için savaşacak kadar hırslı, bir yandan salgında ölen ailesinin yasını hayat boyu tutacak kadar şefkatli gösteriyor yazar karakterini.  Buda kitabın kendi içindeki çelişkisini yaratıyor; bir yanda empatik bir baba, bir yanda hırslı ve manipülatif avukat oluveriyor Cromwell.

Kitabın ilk yarısı, Wolsey’in gücünü kaybetmesi, Cromwell’in Austin Friars’daki yerel yaşamı, kendine bir yer edinişi ve Tudor'larda ki temel karakterlerin okuyucuya tanıştırılması ile geçiyor. Kitabın genelinde yer alan bir sorun bu kısımda iyice belirgin hale geliyor. Yazarın, Cromwell’den  çoğunlukla “O” diye bahsetmesiyle oluşan kimin kim olduğunun sıklıkla karışması, bu bölümdeki kişilerin de fazlalığı, ilk kez tanıtılması ve o dönemde bir çok kişinin ön adlarının aynı olması ile okuyucu için zorlayıcı olmaya başlıyor. Hele ki, bizim gibi İngiliz tarihinin bu kısımlarını çok detaylı bilmeyenler için bir hayli yorucu bir durum ortaya çıkıyor.

VIII. Henry, Kraliçe Catherine’den kurtularak, Anne Boleyn ile evlenme konusunda Cromwell’e oldukça güveniyor, hikayenin bu kısmını artık herhalde herkes biliyor ama bu sefer farklı, akılcı ve olaylarla direkt ilişkisi olmayan bir bakış açısı ile, tamamen güç düşkünü bir adamın gözünden görüyoruz. Buda aslında defalarca yazılmış olan bu konuya yeni bir soluk getiriyor.  Yazar etkin bir şekilde, hikayenin arka tarafını, dönen dalaveraları ve dedikoduları sürekli gözler önüne sererek, bildiğimiz Anne Boleyn hikayesini farklı açıdan görmemizi sağlıyor.

Kitap aslında; Kral Henry’nin kendisine erkek çocuk ve tabi varis veremeyen Aragonlu Catherine’den boşanarak, Anne Boleyn ile evlenme çabaları esnasında yer alan Roma Katolik Klisesi ile soylular arasındaki, birçokları için ölümcül sonuçları olan, politik ve idari çekişmeleri inceliyor. Bu fırtınalı zamanlar; Katolik gücün, Protestan idare ile çatışmasıyla tanımlanıyor. Tarihte, kimin hangi tarafta olduğunun tam belli olmadığı, kişilerin bir solukta taraf değiştirdiği ve ihanetin ölüm demek olduğu bir dönem.

Kurtlar Hanedanı’nda da, Martin Luther’in yürüttüğü Protestan Reformu oldukça büyük bir yer alıyor ve Mantel, alttan alttan kitabın başından beri Cromwell’i gizli bir Protestan olarak gösterse de, gerçekte hangi tarafta olduğuna karar vermekte zorlanıyor insan.

Yazar becerikli anlatımı ile sanki okuyucuyu alıp zeki, sırlarla dolu, karmaşık ve hareketleri çoğu zaman başkaları tarafından yanlış yorumlanan bir adamın kafasının içine yerleştirmiş gibi; Cromwell ile ilk tanıştığınız andan, kitabın sonunda yer alan, düşmanı Thomas More ile yaşanan sahneye kadar kendisinin duygularına, hesaplarına ve düşüncelerine yakından şahit oluyorsunuz. En büyük amacı, yozlaşmış Katolik ruhban sınıfını ortadan kaldırarak ve aristokratların gücünü sınırlayarak, İngiltereyi daha iyi bir yer haline getirmek ve bu yolda ilerlerken de zengin olmak.

Mantel’in kullandığı şimdiki zaman ve kitabın çoğu bölümünde yer alan inanılmaz detaylandırılmış – yer yer yorucu derecede detaylandırılmış – anlatım ile bir anda kendinizi o dönemde bulmanıza neden oluyor, hatta kitaba ara verdiğinizde geri dönmekte zorlanıyorsunuz bile diyebilirim. Hele de benim gibi o dönemleri severek okuyorsanız...  

Kurtlar Hanedanı, masalsı boyutta şiirsel dokuya sahip, oldukça gerçekçi bir kitap ve özellikle belirttiğim gibi bu döneme ait kitaplardan hoşlanıyorsanız mutlaka denemeniz gereken bir kitap. 

Serinin ikinci kitabı Bringing Up The Bodies'de bir iki gün içerisinde burada... 

Kurtlar Hanedanı kitabını okudunuz mu? Nasıl buldunuz, paylaşırsanız sevinirim... 

0 yorum:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...