Üçleme olarak planan bu seri,
Tudorlar dönemini farklı bir açıdan anlatıyor. Kurtlar Hanedanı’nın bu serinin
ilk kitabı ve Artemis Yayınlarından, bu sene başında ülkemizde de raflardaki
yerini almış olmasından dolayı önce onunla başlıyorum...
Kurtlar Hanedanı 808
sayfalık, kocaman bir tarihi roman. Hikayeyi aslında çoğumuz biliyoruz, helede Phillipa Gregory'nin Boleyn Kızı'nı okuyanlar konuya epey de hakimdir. Ama bu sefer hikayenin kahramanı, Thomas Cromwell (VIII. Henry'nin son derece dişli danışmanı), alt
tabakadan, rüşvetçi ve kabadayı bir kişilik ancak aynı zamanda da bir siyaset
dehası.
Cromwell onbeşli yaşlarında alkol ve şiddet düşkünü babasından ve zorlu
hayatından kaçarak bir asker olma hayalleri ile Avrupa’ya gidiyor. Hayatını
şekillendiren bu tecrübesi çok uzun anlatılmıyor ve birden 1527’de kırklı
yaşlarda Cardinal Wolsey’in güvenilir bir adamı olarak İngiltere’ye geri
dönüyor. Kendi kendini yaratan Cromwell, akıllı, bilgili, düşünceli, birçok
dili konuşabilen ve aynı zamanda fiziksel olarakta oldukça yapılı birisi. Bir
yandan tarihteki yerini sağlamlaştırmak için savaşacak kadar hırslı, bir yandan
salgında ölen ailesinin yasını hayat boyu tutacak kadar şefkatli gösteriyor
yazar karakterini. Buda kitabın kendi
içindeki çelişkisini yaratıyor; bir yanda empatik bir baba, bir yanda hırslı ve
manipülatif avukat oluveriyor Cromwell.
Kitabın ilk yarısı, Wolsey’in
gücünü kaybetmesi, Cromwell’in Austin Friars’daki yerel yaşamı, kendine bir yer
edinişi ve Tudor'larda ki temel karakterlerin okuyucuya tanıştırılması ile
geçiyor. Kitabın genelinde yer alan bir sorun bu kısımda iyice belirgin hale geliyor. Yazarın, Cromwell’den çoğunlukla “O”
diye bahsetmesiyle oluşan kimin kim olduğunun sıklıkla karışması, bu bölümdeki
kişilerin de fazlalığı, ilk kez tanıtılması ve o dönemde bir çok kişinin ön
adlarının aynı olması ile okuyucu için zorlayıcı olmaya başlıyor. Hele ki, bizim gibi İngiliz
tarihinin bu kısımlarını çok detaylı bilmeyenler için bir hayli yorucu bir durum ortaya çıkıyor.
VIII. Henry, Kraliçe
Catherine’den kurtularak, Anne Boleyn ile evlenme konusunda Cromwell’e oldukça güveniyor,
hikayenin bu kısmını artık herhalde herkes biliyor ama bu sefer farklı, akılcı
ve olaylarla direkt ilişkisi olmayan bir bakış açısı ile, tamamen güç düşkünü
bir adamın gözünden görüyoruz. Buda aslında defalarca yazılmış olan bu konuya
yeni bir soluk getiriyor. Yazar etkin
bir şekilde, hikayenin arka tarafını, dönen dalaveraları ve dedikoduları
sürekli gözler önüne sererek, bildiğimiz Anne Boleyn hikayesini farklı açıdan
görmemizi sağlıyor.
Kitap aslında; Kral Henry’nin
kendisine erkek çocuk ve tabi varis veremeyen Aragonlu Catherine’den boşanarak,
Anne Boleyn ile evlenme çabaları esnasında yer alan Roma Katolik Klisesi ile soylular
arasındaki, birçokları için ölümcül sonuçları olan, politik ve idari
çekişmeleri inceliyor. Bu fırtınalı zamanlar; Katolik gücün, Protestan idare
ile çatışmasıyla tanımlanıyor. Tarihte, kimin hangi tarafta olduğunun tam belli
olmadığı, kişilerin bir solukta taraf değiştirdiği ve ihanetin ölüm demek
olduğu bir dönem.
Kurtlar Hanedanı’nda da,
Martin Luther’in yürüttüğü Protestan Reformu oldukça büyük bir yer alıyor ve Mantel,
alttan alttan kitabın başından beri Cromwell’i gizli bir Protestan olarak
gösterse de, gerçekte hangi tarafta olduğuna karar vermekte zorlanıyor insan.
Yazar becerikli anlatımı
ile sanki okuyucuyu alıp zeki, sırlarla dolu, karmaşık ve hareketleri çoğu
zaman başkaları tarafından yanlış yorumlanan bir adamın kafasının içine yerleştirmiş
gibi; Cromwell ile ilk tanıştığınız andan, kitabın sonunda yer alan, düşmanı
Thomas More ile yaşanan sahneye kadar kendisinin duygularına, hesaplarına ve
düşüncelerine yakından şahit oluyorsunuz. En büyük amacı, yozlaşmış Katolik
ruhban sınıfını ortadan kaldırarak ve aristokratların gücünü sınırlayarak,
İngiltereyi daha iyi bir yer haline getirmek ve bu yolda ilerlerken de zengin
olmak.
Mantel’in kullandığı
şimdiki zaman ve kitabın çoğu bölümünde yer alan inanılmaz detaylandırılmış –
yer yer yorucu derecede detaylandırılmış – anlatım ile bir anda kendinizi o
dönemde bulmanıza neden oluyor, hatta kitaba ara verdiğinizde geri dönmekte
zorlanıyorsunuz bile diyebilirim. Hele de benim gibi o dönemleri severek
okuyorsanız...
Kurtlar Hanedanı, masalsı
boyutta şiirsel dokuya sahip, oldukça gerçekçi bir kitap ve özellikle
belirttiğim gibi bu döneme ait kitaplardan hoşlanıyorsanız mutlaka denemeniz
gereken bir kitap.
Serinin ikinci kitabı Bringing Up The Bodies'de bir iki gün içerisinde burada...
Kurtlar Hanedanı kitabını okudunuz mu? Nasıl buldunuz, paylaşırsanız sevinirim...
0 yorum:
Yorum Gönder