Richelle Mead'in Vampir Akademisi Serisinden yola çıkarak yazmaya başladığı Kanbağı Serisinin, büyük merakla beklenen, 3. kitabı The Indigo Spell, Amerika'da bugün satışa çıktı ve e-readerıma yüklendi bile :) yani yorum kısa süre sonra burada :). Türkiye'de de Artemis Yayınlardan çıkan serinin ilk iki kitabına ait yorumları burada bulabilirsiniz, haydi tık tık (1. kitap-Kanbağı ve 2.Kitap-Altın Zambak). Şimdi dönelim bu yeni kitaba, elime geçer geçmez aşağıda sizleri; kısa bir ön okuma, bir kaç alıntı, bir video ve tabii ki kitabın tanıtımı yazısı bekliyor...
En baştan beri Team Adrian olan ben için gayet keyifli bir gün ;) daha ne isteyebilirim ki...
Kitap Tanıtımı
Sydney yaşadığı ve tüm benliğiyle etkisinde kaldığı,o yasak andan sonra, Simyacı öğretileri ve kalbinin yapmasını söylediği şey arasındaki çizgiyi çekmekte zorlanmaktadır. Sonra, her ne pahasına olursa olsun kaçan ve hala da kaçak olan eski bir Simyacı olan, büyüleyici ve asi Marcus Finch ile tanışır. Marcus, Simyacıların bazı sırlar sakladığını iddia eder ve bu sırları Sydney'e öğretmek arzusundadır. Finch, Sydney'i kendisini büyüten insanlara karşı başkaldırıya doğru ittikçe, Sydney kurtuluşun tahmininden daha zor olduğunu farkeder. İçinde eskilerden gelen ve son derece gizemli bir büyü vardır. Ve genç büyücüleri hedef alan eski kötü bir büyücüyü ararken, tek ümidinin kanında dolaşan sihiri kabullenmek olduğunu farkeder, yoksa bir sonraki kurban kendisi olabilir.
Eski yüzlerle olduğu kadar, okuru yeni yüzlerle de buluşturan Kanbağı Serisi, New York Times En Çok Satanlar listesinde yer alan Vampir Akademisinin bu kadar bağımlılık yaratmasına neden olan; arkadaşlık, aşk, savaş ve aldatma konularını, bu defa kısmen vampir, kısmen de insanların arasında ve kaybedilecek şeylerin daha fazla, herkesin kanın peşinde olduğu bir hikaye ile okura sunuyor.
Ön Okuma
Birinci Bölüm
Bu Yataktan zalimce bir görev için ilk kez kaldırılışım değildi ama ilk kez bu kadar kişisel sorularla karşı karşıyaydım.
“Bakire misin?”
“Ne?” kendime gelince kaybolacak saçma bir rüyadır belki diye gözlerimi ovuşturdum.
Tarih öğretmenim Bayan Terwilliger, bana doğru eğildi ve soruyu fısıldayarak tekrar etti “Bakire misin diye sordum?”
“Hmm, evet…”
Tamamen uyanmıştım artık ve yurdu lobisinde, bu garip konuşmaya tanıklık eden kimse var mı diye rahatsız bir şekilde etrafıma bakınıyordum. Endişe etmeme pek gerek yok gibiydi; odanın uzak koşesinde masasnda oturan bir görevli haricinde lobi boştu. Muhtemelen, aklı yerinde hiç kimse, gecenin bu saatinde burada oturmazdı zaten. Bayan Terwilliger, beş dakika önce beni telefon ederek uyandırdı ve bir “ölüm kalım” meselesi için, ken
disi ile burada buluşmamı istedi. Beni özel hayatım ile ilgili sorguya çekmesi tam olarak benim beklediğim şey değildi.
Bir adım geri attı ve rahatlamış bir nefes verdi. “Evet, tabii. Tabii ki, bir bakiresin.”
Gözlerimi kıstım ve gücenip, gücenmemek arasında kararsız kaldım. “Tabii ki? Bu da ne demek oluyor? Neler oluyor?”
Bir anda tekrar konsantre oldu ve gözlüklerini burnun üzerinde düzeltti. Gözlükleri her zaman aşağı kayıyordu.
“Açıklama için zaman yok. Gitmeliyiz.” Kolumdan tuttu ve beni çekti ama ben olduğum yerde kalmaya niyetliydim.
“Efendim, saat sabahın üçü!” Ve durumun ciddiyetini anlaması içinde ekledim. “Yarın bir okul günü.”
“Boşver okul gününü” Masasında oturan görevliye doğru döndü ve seslendi. “Sydney Melrose benimle birlikte götürüyorum, Bayan Weathers saat konusunda bir sorun varsa yarın benimle görüşebilir.”
Görevli şaşırmış görünüyordu ama sadece, gece burada oturması için tutulmuş bir üniversite öğrencisiydi. Uzun boylu, uzun bacaklı, kuşa benzeyen surata sahip, zorlu Bayan Terwilliger’a karşı koyabilecek cinsten biri değildi. Kızları yurtta tutan esas otorite, kapıda duran güvenlik görevlisiydi, ama Bayan Terwilliger, beni onun da yanından, arkadaşça bir selam verip, sürükleyerek geçirdi. Bu hareket, gece yarısı, benden başka kaç kızı daha kaçırdığını merak etmeme neden oldu.
“Pijamalarımlayım,” dedim. Yangın şeridine park etmiş olduğu arabasına doğru ilerlerken, öne sürebildiğim son protestomdu bu. Yanları çiçek desenleri ile boyanmış, kırmızı bir Volkswagen Bettle kullanıyordu. Nedense, araba seçimi beni hiç şaşırtmadı.
“Pijamaların sorun değil.” Dedi, kocaman kadife çantasından arabasının anahtarlarını çıkartırken.
Etrafımızda, çöl havası serin ve sessizdi. Büyük palmiye ağaçları karanlık yapıyordu ve gökyüzüne doğtu baktığımda örümcek ağını andıran bir görüntü yaratıyorlardı. Bu görüntünün ardında, parlayan yıldızlar ve bir dolunay vardı. Kollarımı gövdeme doladım ve polar sabahlığıma iyice sarındım. Sabalığımın altında, tamamı cizgili bi pijama takımı ve ayaklarımdaysa krem rengi pofuduk terliklerim vardı. Yurttaki sıcak ve rahat odam için uygun bir kombin olsa da, Palm Springs gecelerinde dışarısı için pek de uygun olduklarını söylemek mümkün değil. Ama öte yandan, pijama ile dışarı çıkmak herhangi bir yer için pek uygun değil zaten.
Arabanın kapılarını açtı ve yavaşça, boş kağıt kahve bardaklarına ve Utne Reader dergisinin eski sayılarına dikkat ederek içeri girdim. Bu tür karışıklıklar benim nefret ettiğim şeylerdir ama şu anda bu durum beni en az düşündüren durumdu.
“Bayan Terwilliger,” dedim, yola çıktığımızda, “Neler oluyor?” Yurttan çıtığımıza göre belki daha anlamlı cümleler kurmaya başlar diye umuyordum. “Ölüm Kalım” meselesi yorumunu henüz unutmamıştım ve açıkçası giderek daha huzursuz olmaya başlıyordum.
Köşeli yüzünde endişe çizgileri oluştu ve gözlerini yoldan ayırmadan, “Bir büyü yapman gerekiyor.” dedi.
Söylediklerini anlamaya çalışırken donup kalmıştım.
...
Alıntılar - The Indigo Spell
"Adrian'nın yüzü kibarlığın ve kendine hakim olma çabasının mükemmel bir resmini yansıtıyordu, bu da demek oluyordu ki; korkunç birşey olmak üzereydi."
"Normal şartlar altında, beni odana davet etmen, günümün en harika anı olurdu."
"Erkeklerin zayıflıklarını kim daha fazla biliyor; sen mi, ben mi? Bilgilerimden faydalan, Sage."
"Çünkü, buna engel olamıyorum," dedi omuzlarını silkerek. "Ve, belki de, seni sevmeye devam edersem, sonunda sende pes eder ve beni seversin. Hatta, nerdeyse bana aşık olmak üzere olduğuna eminim bile"
"Sen istesende, istemesende seni seveceğim."
Şimdilik bu kadar, yorumla birlikte fazlası gelecek, Adrian'ı sevdiğimi söylemiş miydim??? :D
Buradan satın alabilirsiniz:
Amazon:
yada buradan
0 yorum:
Yorum Gönder