Copyright © Tuğçe'nin Kitaplığı
Design by Dzignine
1 Ekim 2012 Pazartesi

Stephen Chbosky'nin Yeni Filmi, Eski Romanı - The Perks of Being a Wallflower

Stephen Chbosky'nin aynı adlı romanından beyaz perdeye uyarlanan, The Perks of Being a Wallflower filmi, Amerika'da şu günlerde az sayıda sinemada izlenebiliyor ancak 5 Ekim'de oldukça kapsamlı gösterime başlayacak. Eylül Ayı başında Toronto Film Festivali'nde de gösterimi yapılan filmin, Türkiye gösterim tarihi ise henüz maalesef belli değil, hatta okuduğum bir yazıya göre gösterilip gösterilmeyeceği bile henüz net değilmiş. (Filmin Türkiye Facebook sayfası 21 Eylül tarihli yazı)

Bu oldukça çok konulan film ve kitabın konusuna gelirsek, fazla detay vermeden kitap ile başlayalım. Kitap aslında 1999 yılında basılmış ve oldukça da fazla ses getirmiş bir roman. Neredeyse 16 yaşına girmiş olan kahramanımız,  liseye yeni başladığı seneyi, bize hiç tanımadığı birisine yazdığı mektuplar aracılığıyla aktarıyor.

Orta düzey, sıradan bir Amerikan ailesinin üçüncü çocuğu olan Charlie, en yakın arkadaşının intiharı ile başa çıkmaya çalışırken yaşadığı zorlukları aşarak hayatının kontrolünü tekrar ellerine almaya çalışıyor. Çok çabuk panik olan, çok düşünen, narin - diğer bir deyişle sulugöz - yani diğer okul arkadaşlarının gözlerini kırpmadan "garip" diye adlandırdıkları öğrenci sınıfına giren Charlie, üvey kardeşler Samantha ve Patrick ile tanışınca herşey değişmeye başlıyor.

Bu kitabı, sevimli bir çocukluktan yetişkinliğe geçiş hikayesi sanmayın, aksine içerisinde intihar, uyuşturucu, kürtaj, taciz gibi oldukça yoğun yetişkin öğeler barındırıyor.

Bu yapıdaki bir çocuğun yalnız bir hayatı olacağını düşünebilirsiniz ama Charlie'nin çevresinde hem arkadaşları, hem de ailesi var güçleriyle kendisine destek olmaya çalışıyor. Gerçi ailesinin bir şekilde mesafeli olduğu söylenebilir. Samantha, O'nun içine kapanık halinden sıyrılıp hayatına devam etmesi için elinden geleni yapıyor. İngilizce öğretmeni kendisine oldukça yakın ve her fırsatta dertlerini dinliyor. Patrick ise en yakın arkadaşı çoğu zamanını kendisi ile geçiriyor ve tavırları ile dünyayı unutmasını sağlıyor, - bu arada Patrick gay ve bir erkek arkadaşı var, kitapta birkaç homofobik söylem yer alsa da Patrick'in arkadaş çevresi içinde tamamen kabul edilmiş olduğunu görebilirsiniz.  Kitabın sonu bazılarına göre havada kalmış olarak nitelendirilse de, sonda Charlie içinde bulunduğu durumun da açıklaması olan, kendisi ile ilgili bir aile sırrını keşfediyor (yada hatırlıyor diyebiliriz) ve kitap umut dolu bir mektupla sona eriyor.

Kitap tamamen Charlie'nin ağzından, O'nun bakış açısıyla anlatıldığından nasıl göründüğünü pek bilmiyoruz, bu Charlie'nin gözünden bakmamızı kolaylaştırırken. Diğer karakterler o kadar canlı anlatılıyor ki, onları rahatlıkla gözünüzde canlandırıp, hissetmeniz mümkün. Bu mektuplaşma şeklinde yazılmış kitap son derece basit bir anlatım diline sahip olmasına rağmen, hikaye güzel yapılandırılmış ve cezbedici. Charlie'nin depresyonunu ve yaşadıklarını o kadar iyi anlıyorsunuz, hissediyorsunuz ki, onlara neredeyse dokunabilirsiniz.

Eğer okuduysanız, klasikler arasında anılan,  J.D. Salinger'ın Çavdar Tarlasında Çocuklar (Catcher in the Rye) kitabı ve bu kitabın ana karakteri Holden ile Charlie arasında benzerlikle bulabilirsiniz, ki yazarın kendisi de 2001 yılında LA Youth dergisine yaptığı bir röportajda bu yazardan ve romanından etkilendiğini kabul etmiş ancak "Her ne kadar Holden ile benzerlikler görülmesini anlıyor da olsam, aslında bu iki karakter kendilerine özgü bakış açıları ve problemleri ile son derece de farklı insanlar" demiş.

Oldukça duygusal olan bu kitabın, tabii ki bazı sıkıntıları var; zaman zaman oldukça yüzeysel kalıyor, inandırıcılığını kaybediyor ve çoğu zaman kaldırabileceğinizden fazla mesaj kaygısı içeriyor.  Ama bunlara rağmen severek okunan ve kolay aklınızdan çıkmayacak bir kitap olmaya devam ediyor.

Film konusuna dönecek olursak. Stephen Chbosky'nin senaristliğini ve yönetmeliğini de yaptığı ve bu alandaki becerisinin de en az yazarlıktaki kadar iddialı olduğunu gözler önüne serdiği filmin başrollerini; Logan Lerman (Charlie), Emma Watson (Sam) ve Ezra Miller (Patrick) paylaşıyor. Özellikle Miller'ın Patrick rolü ile sergilediği harika performansı, filmin birçok zayıf noktasını görmezden gelmenizi hatta fark etmenizi engelleyecek düzeyde. Film, kitabın zamanında getirdiği sesi muhtemelen getirecek kadar iddialı olmasa da, bir çok film eleştirmeni ve seyircisi tarafından şimdiden, "sevimli bir film" olarak adlandırılıyor.

Kitabı okudunuz, yada filmi izleme şansı buldunuzsa sonu hakkında ne düşünüyorsunuz? Yorumlarınızı paylaşırsanız sevinirim...

0 yorum:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...