Copyright © Tuğçe'nin Kitaplığı
Design by Dzignine
30 Ocak 2013 Çarşamba

Kemikler Şehri - Cassandra Clare | Ön Okuma


79a4df8c-60e1-4462-9211-ea51ffb1c3ac-1Bugün sizlere, Cuma günü Küçük Kızın Büyük Kütüphanesi ile birlikte yürüteceğimiz Blog Twins (İki Blog Bir Kitap) çalışmasında yorumlayacağımız, Cassandra Clare'in Ölümcül Oyuncaklar Serisinin ilk kitabı olan; Kemikler Şehri'nden bir bölüm sunuyorum... Keyifli okumalar....

Buyurun bakalım, birinci bölümden bir parça...
...
Kız karşı duvara ulaşmıştı ve GİRİLMEZ yazılı bir kapıyı açıyordu. Mavi saçlı çocuğa onu izlemesini işaret etti ve birlikte kapıdan geçtiler. Bu, daha önce Clary’nin görmediği türden bir şey değildi, koklaşmak için bir kulübün karanlık köşelerine çekilmeye çalışan bir çift her zaman olurdu. Ancak, birilerinin onları takip etmesi olayı tuhaflaştırıyordu.

Ayak uçlarında yükselerek kalabalığın üzerinden görmeye çalıştı. İki genç kapının önünde durmuştu ve birbirleriyle konuşuyor gibi görünüyorlardı. Biri sarışın, diğeri siyah saçlıydı. Sarışın olan ceketinin içine uzandı ve yanıp sönen ışıkların altında parıldayan uzun ve keskin bir şey çıkardı. Bir bıçak! “Simon!” diye bağırdı Clary, arkadaşını kolundan yakalarken.

“Ne?” dedi Simon, irkilerek. “Annenle gerçekten yatıyor değilim, biliyorsun, değil mi? Sadece dikkatini çekmeye çalışıyordum. Annenin yaşına göre çok çekici bir kadın olmadığını söylemiyorum elbette ama...”
“Şu çocukları görüyor musun?” Clary sertçe işaret ederken, neredeyse yanında dans eden zenci kıza çarpıyordu. Kız ona çatık kaşlarla baktı. “Pardon-pardon!” Clary, tekrar Simon’a döndü. “Şuradaki iki çocuğu görüyor musun? Kapının yanındaki?”

Simon gözlerini kısarak baktı ve omuz silkti. “Bir şey görmüyorum.”

“İki kişiler. Mavi saçlı çocuğu izliyorlar...”

“Hani senin şu beğendiğin...”

“Evet ama konu bu değil. Sarışın olanı bir bıçak çıkardı.”

“Emin misin?” diye sordu Simon, düz düz Clary’ye bakıp başını iki yana sallayarak. “Ben hala kimseyi göremiyorum.”

“Eminim.”

Aniden ciddileşen Simon omuzlarını dikleştirdi. “Ben fedailerden birini çağıracağım. Sen burada bekle.” Ve kalabalığı yararak hızlı adımlarla uzaklaştı.

Clary tekrar dönüp baktığında, sarışını hemen arkasında arkadaşıyla GİRİLMEZ yazılı kapıdan girerken gördü. Etrafına bakındı. Simon hala dans pistinde ilerlemeye çalışıyordu ama pek başarılı olduğu söylenemezdi. Şimdi bağırsa bile kimse onu duymazdı ve Simon geri dönene kadar, çoktan korkunç bir şey olmuş olabilirdi. Clary alt dudağını ısırarak kalabalığın arasından ilerlemeye başladı.

“Adın ne?”

Kız dönüp gülümsedi. Depodaki hafif ışık, kirle kaplanmış yüksek parmaklıklı pencerelerden süzülüyordu. Her yer elekterik kabloları, kırılmış aynalı diskotek küreleri ve etrafa atılmış boya kutularıyla doluydu.

“Isabelle.”

“Güzel bir isim.” Mavi saçlı çocuk, aralarından biri canlı olabilirmiş gibi dikkatle adım atarak kabloların arasından yürüdü. Zayıf ışıkta kız yanı şeffaf görünüyor, bembeyaz kumaşlara sarınmış bir meleğe benziyordu. Onun düşüşünü gerçekleştirmek büyük zevk olacaktı. “Seni daha önce buralarda hiç görmemiştim.”

“Bana buraya sık gelip gelmediğimi mi soruyorsun?” Kız eliyle ağzını kapatarak kıkırdadı. Bileğinde bir tür bilezik eliyle ağzını kapatarak kıkırdadı. Bileğinde bir tür bilezik vardı, elbisesinin kol ağzının hemen altında. Kıza yaklaşırken, onun bir bilezik değil, derisine işlenmiş bir motif olduğunu fark etti, iç içe geçmiş bir sürü kıvrımlı halka.

Çocuk donup kaldı. “Sen...”

Sözünü tamamlamaya fırsat bulamadı. Kız gözle izlenemeyecek bir hızla hareket ederek, açık eliyle göğsüne herhangi bir insanın nefesini kesecek bir darbe indirdi. Çocuk geriye sendeledi. Şimdi kızın elinde bir şey vardı, aşağı doğru açılırken altın renginde parıldayan bir kamçı! Kamçının yılan gibi uzantısı çocuğun ayak bileklerine dolanarak onu yere devirdi. Çocuk kıvranarak sertçe yere çarpto ve tenine gömülen metal canını yaktı. Kız onun tepesinde dikilerek güldü ve çocuk sersemlemiş bir halde bunu tahmin etmesi gerektiğini düşündü. Hiçbir dişi insan, Isabelle’inki gibi bir elbise giymezdi. Kız bu elbiseyi tenini örtmek için giymişti, bütün vücudunu.

Isabelle kamçıyı sertçe çekerek sıkılaştırdı. Gülümsemesi zehirli su gibi parıldıyordu. “Gerisi sizin, çocuklar.”

Arkasından alçak sesli bir kahkaha duyuldu ve hemen ardından, kendisini yakalayıp ayağa kaldıran ve beton duvarlardan birine fırlatan ellerini farketti ve sırtında betonun ıslaklığını hissetti. Elleri arkaya çekilerek tellerle bağlandı. Kurtulmaya çalışırken, sütunun arkasından biri yürüyerek görüş alanına girdi: Isabelle’in yaşlarında ve en az onun kadar güzel bir delikanlı. Sarımsı kahverengi gözleri kehribar gibi parlıyordu. “Eh,” dedi çocuk, “yanında başka var mı?”

Mavi saçlı çocuk, aşırı sıkılmış tellerle bileklerinin kanadığını ve kayganlaştığını hissetti. “Başka ne var mı?”

“Haydi ama...” Çocuk ellerini kaldırdığında koyu renk kol ağızları aşağı kaydı ve bileklerindeki, ellerinin arkasındaki ve avuçlarındaki desenler ortaya çıktı. “Ne olduğunu biliyorsun.”

Kafatasının arkasında, mavi saçlı çocuğun ikinci sıra dişleri sıkılmaya başladı.
“Gölge Avcısı,” diye tısladı.

Diğer çocuk yüzünü onunkine yakşlaştırarak sırıttı. “Seni avladım.” dedi.

Clary deponun kapısını açıp içeri girdi. Bir an için yalnız olduğunu sandı. Odadaki pencerelerin hepsi yüksek ve parmaklıklıydı, dışarıdan caddenin belli belirsiz sesleri, araba kornaları ve fren gıcırtıları geliyordu. Oda eski badana kokuyordu ve yerde kalın bir toz tabakasının üzerinde ayak izleri vardı.
Burada kimse yok, diye düşündü, şaşkınlıkla etrafına bakınırken. Dışarıdaki ağustos sıcağına rağmen oda soğuktu. Sırtı terden buz kesmişti. Bir adım attığında elektrik kablolarına takıldı. Spor ayakkabısını kablolardan kurtarmak için eğildiğinde sesler duydu. Bir kız gülüyor, bir delikanlı sertçe cevap veriyordu. Olduğu yerde doğrulduğunda onları gördü.

Sanki gözlerini kapayıp açtığında bir anda ortaya çıkmış gibiydiler. Uzun beyaz elbise kız, sırtından aşağı ıslak yosunlar gibi sarkan siyah saçlarıyla oradaydı. Yanında iki genç daha vardı. Uzun olanı onun gibi siyah saçlıydı, diğeri, daha ufak tefek olan, sarışındı ve gözleri yüksek pencerelerden süzülen loş ışıkta metalik bir şekilde parlıyordu. Sarışın çocuk ellerini ceplerine sokmuş, piyano teline benzer bir şeyle sütuna mıhlanmış, elleri arkaya çekilmiş ve ayakları bileklerinden sarılmış olan mavi saçlı çocuğa bakıyordu. Mavi saçlı çocuğun yüzünde acı ve korku vardı.

Kalbi yerinden fırlayacak gibi atarken, Clary en yakındaki beton sütunun arkasına çekildi ve kenardan baktı. Sarışın çocuk, kollarını göğsünde kavuşturmuş halde bir yukarı bir aşağı yürüyordu. “Eh” dedi. “Yanında senin türünden başkasının olup olmadığını hala söylemedin?”

Senin türünden mi? Clary neden sözettiklerini bilemiyordu. Belki de kendini bir çete savaşının içinde bulmuştu.

“Neden sözettiğini bilmiyorum.” Mavi saçlı çocuk, ilk kez konuşarak. “Bir iblisin ne olduğunu biliyorsun, değil mi?”

Mavi saçlı çocuk anlaşılmaz bir şeyler mırıldanarak yüzünü başka tarafa çevirdi.

“İblisler,” dedi sarışın çocuk, kelimeyi parmağıyla havaya yazarken kelimeyi yayarak. “Dinsel açıdan, cehennemin sakinleri. Şeytan’ın hizmetkarları şeklinde geçer, fakat buradaki anlamıyla, yani bizim gözümüzde, kökeni yuvamızın bulunduğu boyutun dışına dayanan her türlü yaramaz ruhu kapsıyor...”
“Yeter artık, Jace.” dedi kız.

“Isabelle haklı.” dedi uzun boylu olan çocuk. “Buradaki kimsenin sözlüğe veya iblisolojiye ihtiyacı yok.”
Bunlar deli, diye düşündü Clary. Gerçekten deliler.

Jace başını kaldırıp gülümsedi. Hareketinde sert bir şey vardı. Clary’ye, Discovery Channel’da izlediği belgesellerde gördüğü aslanları hatırlatan bir şey. Büyük kediler de başlarını kaldırıp, av kokusu almak için böyle havayı kokluyorlardı. “Sence çok mu fazla konuşuyorum?”

Mavi saçlı çocuk cevap vermedi. Ne diyeceğini bilemiyor gibiydi. “Sana bilgi verebilirim,” dedi. “Valentine’ın nerede olduğunu bilmiyorum.”

Jace, Alec’e baktı ama arkadaşı omuz silkti. “Valentine mezarda,” dedi Jace. “Bu zavallı şey bizimle oynuyor.”

Isabelle saçlarını arkaya attı. “Öldür şunu, Jace.” dedi. “Bize bir şey söyleyeceği filan yok.”
Jace elini kaldırdı ve Clary loş ışıkta onun tuttuğu bıçağın pırıltısını gördü. Tuhaf bir şekilde şeffaftı. Bıçak kısmı kristal gibi görünüyordu ve cam kadar keskindi, kabzasıysa kırmızı taşlarla süslenmişti.
...
Buradan satın alabilirsiniz:

0 yorum:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...