Copyright © Tuğçe'nin Kitaplığı
Design by Dzignine
30 Ocak 2013 Çarşamba

Best First Kiss - Colleen Hoover - Hopeless Ek Bölüm | Ön Okuma


cropped-hopeless-banner

Geçtiğimiz hafta yorumunu yaptığım ve hala etkisinden kurtulamadığım Hopeless kitabının, yakışıklı, düşünceli ve asi çocuğu Holden'in ağzından bir sahneyi, yazar Noel hediyesi olarak kendi sitesinde (www.colleenhoover.com)  yayınladı. Bende sizler için çevirmeye çalıştım... Aslında daha devamı var ama fazla uzun postlardan hoşlanmadığım malum, eğer devamını okumak isterseniz aşağıya yorum bırakın ve sizler için bir bu kadar daha olan sahneyi tamamlayayım...
1 Eylül 2012, Cumartesi21:10
Ellerimi yumruk yaptım ve iki yanımda tuttum; dudaklarına dokunmamak için elimden gelen herşeyi yapıyorum.
Daha önce hiç bu kadar muhteşem bir şey görmemiştim.
Yarım saatten fazladır bana kitap okuyor ve ben tek kelimesini bile duymadım. Dün gece hikayeye konsantre olmam çok daha kolaydı; çünkü doğrudan ona bakmıyordum. Bu gece dudaklarını, dudaklarımla birleştirmemek için tüm gücümle direniyorum. Sanki yastığıymışım gibi; kafasını göğsüme koymuş, vücudunu benimkine yaslamış yanımda uzanıyor.  Kalbimin nasıl küt küt attığını duymaması için dua ediyorum. Her sayfa çevirişinde kafasını kaldırıp bana baktığında, ellerimi daha da sıkıyorum ve ona dokunmamak için tüm gücümle mücadele ediyorum; direncim, sanki nabzımda yankılanıyor. Ona dokunmak istemediğimden değil. Ona dokunmayı ve onu öpmeyi o kadar çok istiyorum ki, lanet olası canımı acıtıyor.

Sadece onun için herhangi biri olmak istemiyorum. Ona dokunduğumda... onun da hissetmesini istiyorum. Ona söylediğim her şeyin, yaptığım her hareketin, onun için bir anlamı olsun istiyorum.
Dün gece bana şimdiye kadar öpüşütüğü hiç kimse ile birşey hissetmediğini söylediği zaman; kalbim garip bir şey yaptı, sanki sıkışıyordu, tıpkı ciğerlerim gibi. Birçok kızla çıktım - ona bu rakamı biraz az söylemiş olabilirim. Ama bu kızlardan hiç birisinde, sevdiğimi söylediğim de dahil, kalbim böyle bir tepki vermemişti. Kalbimde onun için hissettiklerimden bahsetmiyorum, gerçekçi olalım onu daha çok az tanıyorum. Ben kalbimin gerçekten, ona karşı olan, fiziksel tepkisinden bahsediyorum. Her konuştuğunda, gülümsediğinde yada Allah saklasın güldüğünde... kalbimin tam ortasına bir yumruk yemiş gibi hissediyorum.  Bu histen nefret ediyorum ve aynı zamanda bu hissi seviyorum, bir şekilde bu hisse şimdiden bağımlıyım. Her konuştuğunda, yumruklanmış göğsüm, derinlerde hala birşeyler olduğunu, her şeyin tükenmediğini hatırlatıyor.

İçimden kocaman bir parça on üç sene önce yok oldu. Sonra, geçen sene Les ölüdüğünde, geride kalan ne varsa beraberinde götürdüğüne emindim. Ama şimdi bundan tam olarak emin değilim. Galiba içim, bunca zaman, benim düşündüğüm kadar boş değilmiş. İçimde kalan ne ise, sadece uyuyormuş ve bu kız bir şekilde yavaşça onu uyandırıyor.

Söylediği her kelime ile, bana her baktığında; farkında olmadan on üç senedir kısılı kaldığım bu kabustan beni çekip çıkartıyor sanki.

Kahretsin.
Yumruk yaptığım elimi açtım ve göğsüme dökülen saçlarına dokundum. O, bana kitabı okumaya devam ederken, ben de bir yandan gözlerimi dudaklarından ayırmadan onu izledim, bir yandan da dağılmış bir tutam saçını alıp parmağıma doladım. Ne kadar uğraşsam da, zaman zaman onu, Hope ile karşılaştırırken buluyorum kendimi. Hope’un gözlerinin nasıl göründüğünü ya da burnunun üzerinde aynı Sky’ınkiler gibi dört tane çil var mıydı hatırlamaya çalışıyorum. Onları her karşılaştırmaya başladığımda, kendime durmam gerektiğini söylüyorum. Artık önemi yok ve artık unutmalıyım. Arkamı dönüp gittiğim gerçeğini değiştirmeye çalışmayı bırakmalı ve unutmak için bir yol bulmalıyım.

Hope artık yok ve eğer bu gerçeği kabul etmezsem; Sky ile her birlikte olduğumda aklımın bana oynamaya çalıştığı bu oyun yüzünden, delireceğim. Yıllar önce kaybettiğim kızın; burada, göğsüme dayanmış yatıyor, saçlarının parmak uçlarım arasında olması ihtimali...imkansız. Benzerlikleri, sadece bir tesadüften ibaret; artık karşılaştırmayı ve buna kafa yormayı bırakmalı, Hope’la olan geçmişimi ve anılarımı, bugüne ve Sky’a bağlamaktan vazgeçmeliyim. İkisini, kafamda iyice saçmalayıp, Sky’a yanlış isimle hitap etmek gibi saçma birşey yapmadan önce ayırmalıyım.

Bu berbat bir şey olurdu.
Düşüncelerimden sıyrıldığımda, dudakları ince bir çizgi halini almış ve konuşmayı bırakmıştı. Ne yazık, çünkü dudakları, kahretsin, büyüleyici.
Gözlerine bakmadan “Neden konuşmayı kestin?” diye sordum.  Gözlerimi, yeniden hareket ederler umuduyla dudaklarından ayırmıyorum.

Üst dudağı, sırıtırcasına kıvrıldı, “Konuşmak?” dedi. “Holder, kitap okuyorum. Arada fark var. Ve bakışından görülen, zerre kadar dikkat etmediğin.”

Cevabındaki, alınganlık süsü  beni gülümsetiyor. “Ah, tabii ki dikkat ediyordum.” dedim, dirseğimin üzerinde doğrularak “Ağzına. Belki ondan çıkan kelimelere değil ama kesinlikle dudaklarına.” O, tamamen sırtüstü yatana kadar, kafasının altından yana çekildim ve yanyana olana kadar yatakta, aşağı doğru kaydım. Onu kendime doğru çektim ve saçını tekrar parmak uçlarımın arasına aldım. İtiraz etmemesi, lanet olası gecenin geri kalanında, sadece kendi kendimle savaşmak zorunda kalacağımı gösteriyor. Onu öpmemi istediğini zaten açıkça belirtti ve onu buzdolabına yaslamışken, geri çekilmek, kahretsin ki, hayatım boyunca yaptığım en zor şey değilse neydi bilmiyorum.

Kahretsin. Sadece düşünmek bile, o andaki kadar çarpıcı.
Parmaklarım arasındaki bir tutam saçı bırakıyorum ve parmalarımın doğrudan dudaklarına düşmesini izliyorum. Son beş saniye nasıl oldu bilmiyorum ama sanki üzerlerinde hiç bir hakimiyetim yokmuşcasına dudakları üzerinde hareket eden parmaklarıma bakıyorum. Elimin kendi aklı var ve ben gerçekten umursamıyorum...ya da durmak istemiyorum.

Parmak uçlarıma değen nefesini hissediyorum ve aklımdan geçeni yapmamak için,yanağımın içini ısırarak, başka bir şeye odaklanmaya çalışıyorum. Çünkü şu an, önemli olan benim ne istediğim değil, onun ne istediği. Ve şu anda, benim onun dudaklarının tadına bakmak istediğim kadar, onun da benimkileri tatmak istediği konusunda ciddi şüphelerim var.

“Güzel bir ağzın var” diyorum, yavaşça parmaklarımı dudaklarında gezdirmeye devam ediyorum. 

“Gözlerimi alamıyorum.”

“Bir de tadına bakmalısın” diyor. “Oldukça güzeldir.”

Lanet olsun.
Gözlerimi sımsıkı kapatıyorum ve dikkatimi dudaklarından başka yere kaydırma çabası ile, kafamı boynuna gömüyorum. “Kes şunu, seni küçük şeytan.”

Gülüyor. “Mümkün değil.  Bu senin saçma kuralın, neden dayatan ben olayım ki?”

Aman Tanrım. Onun için bu bir oyun. Bütün bu öpüşmeme konusu, onun için bir oyun ve korkarım beni pes ettirene kadar bana sataşacak. Bunu yapamam. Eğer pes eder ve o hazır olmadan onu öpersem, kendimi durduramayacağımı biliyorum. Ve şu anda tam olarak göğsümün içinde ne olup bitiyor anlamıyorum ama onun yanındayken hissettiklerim, gerçekten hoşuma gidiyor. Bu hissettiklerim her neyse, eğer bunu uzatmam, onun da aynı şekilde hissetmesini sağlayacaksa; o zaman yapacağım tam da bu. Eğer kendi isteklerime boyun eğmeden, onu bu noktaya getirmem haftalar sürecekse; o zaman sanırım haftalarca bekleyeceğim. Bu arada da, bir sonraki ilkinin, önemsiz olmaması için elimden geleni yapacağım. “Çünkü haklı olduğumu biliyorsun” diyorum ve tam da neden bu kuralı dayatması gerektiğini açıklıyorum. “Seni bu gece öpemem; çünkü şimdi seni öpmem bizi başka bir boyuta ve o da başka bir boyuta taşıyacak ve bu hızla gitmeye devam edersek; önümüzdeki hafta sonuna tüm ilkleri tüketmiş olacağız. İlklerimizi biraz daha uzatmayı sen de istemez misin?” Boynundan uzaklaşıyor ve dudaklarımız arasında, vücutlarımızın arasındakinden daha az bir mesafe olduğu bilinciyle, yüzüne bakıyorum.

“İlkler?” diyor, merakla bana bakarak. “Kaç tane ilk var?”

“Pek fazla yok, bu yüzden mümkün olduğunca uzatmalıyız. Zaten tanıştığımızdan beri birçok ilki yaşadık bile”

Kafasını yana eğiyor ve son derece çekici bir ciddiyetle bakıyor. “Şimdiden yaşadığımız ilkler hangileri?”

“Kolay olanlar,” diyorum. “İlk sarılma, ilk randevu, ilk kavga, ilk birlikte uyumamız, gerçi uyuyan ben değildim. Şimdi, neredeyse hiç kalmadı. İlk öpücük. İkimizinde tam olarak uyanık olduğu, ilk birlikte uyumamız. İlk evlilik. İlk çocuklar. Sonra tamam, işimiz bitti. Hayatlarımız sıradan ve sıkıcı olacak ve seni boşamak zorunda kalacağım. Böylece kendimden yirmi yaş genç biri ile evlenip daha bir sürü ilk yaşayacağım ve sen de çocukları yetiştirmekle meşgul olacaksın.”  Yanağına dokundum ve gülümsedim. 

“Farkındaysan bebeğim, bunu tamamen senin çıkarların için yapıyorum. Seni öpmeden ne kadar uzun süre beklersem, seni o kadar daha geç terk etmiş ve kaderine bırakmış olacağım.”

Bir kahkaha atıyor ve çıkardığı ses o kadar etkileyici ki, boğazıma oturan koskocaman yumruyu yutup, yeniden nefes alabilmek için uğraşmam gerekiyor.

“Mantığın beni korkutuyor,” diyor. “Seni, eskisi kadar çekici bulduğumu sanmıyorum.”

0 yorum:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...